Gün boyunca hava hep parçalı bulutlu, karışık rüzgarlıydı... benim havam gibi... kah güneş çıktı ısıttı... kah bulut geldi ürpertti, karıştırdı rüzgar ortalığı... bir tuhaf köşe kapmaca... kim kimden saklanıyor ki... gökte hepimize yetecek kadar mavi vardı aslında....
Akşam üstü terastaydım... hava sakinlemişti... gökte gün batımı renkleri... bulutlar huzur bulmuş gibi kuytularına çekilmişlerdi... rüzgar bile utangaç bir dokunuşla geziyordu ortalıkta... akşamın moru, lacisi, pembesi arasında.... bir hilal belirdi usulca.... gülümsedi hepimize....
Bir coşku kabararak içimde.... evrenle bütünleşmiştim yine.... gün boyu süren köşe kapmaca ve kargaşadan sonra.... nasılda dingindik hep birlikte....
Kocaman bir teşekkür taştı içimden.... doğrudan aktı evrene.... yine yetişmişti... tam zamanında... kuytularımı temizlemiş.... ekinlerimi sulamıştı usul usul... canlandığını hissettim bir şeylerin... iyiydim... iyiydi... iyiydik.... kalanı önemli mi... kalanı teferruat... gönlüm zenginleşti... aktı evrene... ve evrenden gelenlere teşekkür etti... hissederek dolu dolu... hatta gözlerim doldu... tuhaf gibi gelse de sizlere.... bu bir hediye... gerçekten hediye :)) of olsun yüreğime....
Umutlar üzülmesin... hiç üzülmesin diye... ektiklerinizi sulamayı unutmayın siz de:)) ya da güvenin evrene.... hissedin yeter... çocuk kalplerinizle... inanın o ne yapacağını bilir... hem de hiç beklemediğiniz şekilde :))
Ne yaparsanız yapın... umutları üzmeyin.... :))
Maviler yeter hepimize......
Sevgiyle.....
20 Ağustos 2012 Pazartesi
İtinayla....
Her gecenin bir sabahı
Her dar tünelin ışıklı bir çıkışı
Her kışın bir baharı olduğunu,
Biliriz de
Bilmez gibi yaşarız
Oysa
Bilerek başa çıkmalı karanlıklarla
Yüreklerin elinden tutup
Çıkartmalı aydınlıklara
İtinayla
Unutmadan
Üşenmeden
Gücenmeden hayata
İtinayla
İnanarak aydınlıklara
Işıktan korkmadan, sabırla
Geliverir hayatınıza bir anda
Kamaşmasın gözleriniz
Bakın ona
İtinayla
18 Ağustos 2012 Cumartesi
Bayram sabahları... ben yaşadım... şanslıyım :)
Bayram havasındayım bugün... tatil havasında değilim ama :)
Bayramlaşmalar sürüyor geleneksel.... ama sonrası ne kadar geleneksel... ya da anlamı ne bu günlerin...
Çocukluğumun bayramları diye başlayınca söze... bir tuhaf hissediyorum kendim bile... sanki anlamlar da algılar da değişti... ne bekliyoruz... bilmem ki... değişmese iyimiydi... belki...
Bayramlarda çocuk gibi sevinirdim ben... en çocuk hallerimle :)) annem her durumda yeni giysiler hazırlardı bize.... sabah kalktığımızda hazır ütülenmiş bulurduk hep... onun hatırına babam namazdan dönmeden kalkıp hazırlanırdık yarı uykulu... o dönünce kahvaltı da hazır olurdu.... ya da aile yakınlarıyla birlikte olunurdu mutlaka.... bayramda birlikte olmak önemliydi... sıcacık... o ilk günleri... bayram sabahlarını... unutmak mümkünmü...
Nerede kaybettik bunu... bilen var mı... bayram artık izin yemeden tatil yapmanın bir başka yolu... evde olmak... yavaş saatlerde birbiri için zaman harcamak... anlamak, anlatmak, hissetmek, hissedilmek... bunlar için zaman yok gibi sanki... ya da "ne gerek var ki..."
Bizler şanslıydık bence... ben yaşadım biliyorum diyebilmek bile güzel... ama ya bizden sonrakiler... insan bilmediği bir şeyleri özleyebilir mi... sanmıyorum...
Bir dönemin sonu gibi... tıpkı o buruk reklam filmlerindeki gibi...
Belki de bu değişim normal... belki de ben yaşlandım... bilemem...
Ama tatil her zaman var... olabilir de... ama o sıcaklık.. özen... saygı.. sevgi yumağı olmak... aidiyet duygusu... içine almak, içini açmak... kabuksuz, kalkansız, olduğun gibi kabul gördüğün, seni en deli, en çocuk hallerinle kabul eden o ortam... çok değerliydi bence... o sıcaklık korunmalıydı... öğretilmeliydi bizden sonrakilere de... yerine de bir şey koyamadık ki zaten...
Kendimi dinozor gibi hissettim yine... ya da aykırı hep olduğu gibi... ama kıyamıyorum... her bayram arifesi ya da ilk bayram günü... böyle hissediyorum.... bunu paylaşayım dedim... benim gibi hisseden tüm dinozorlar için...
İyi bayramlar olsun... sevenlerinizi unutmayın... sevdiklerinizi de.... bayram iyi bir zaman bunun için.... uzaktan bile olsa....hatırlanmak da hatırlamak da güzel... bu keyfi kaçırmayın... :))
Sevgiyle :)
Bayramlaşmalar sürüyor geleneksel.... ama sonrası ne kadar geleneksel... ya da anlamı ne bu günlerin...
Çocukluğumun bayramları diye başlayınca söze... bir tuhaf hissediyorum kendim bile... sanki anlamlar da algılar da değişti... ne bekliyoruz... bilmem ki... değişmese iyimiydi... belki...
Bayramlarda çocuk gibi sevinirdim ben... en çocuk hallerimle :)) annem her durumda yeni giysiler hazırlardı bize.... sabah kalktığımızda hazır ütülenmiş bulurduk hep... onun hatırına babam namazdan dönmeden kalkıp hazırlanırdık yarı uykulu... o dönünce kahvaltı da hazır olurdu.... ya da aile yakınlarıyla birlikte olunurdu mutlaka.... bayramda birlikte olmak önemliydi... sıcacık... o ilk günleri... bayram sabahlarını... unutmak mümkünmü...
Nerede kaybettik bunu... bilen var mı... bayram artık izin yemeden tatil yapmanın bir başka yolu... evde olmak... yavaş saatlerde birbiri için zaman harcamak... anlamak, anlatmak, hissetmek, hissedilmek... bunlar için zaman yok gibi sanki... ya da "ne gerek var ki..."
Bizler şanslıydık bence... ben yaşadım biliyorum diyebilmek bile güzel... ama ya bizden sonrakiler... insan bilmediği bir şeyleri özleyebilir mi... sanmıyorum...
Bir dönemin sonu gibi... tıpkı o buruk reklam filmlerindeki gibi...
Belki de bu değişim normal... belki de ben yaşlandım... bilemem...
Ama tatil her zaman var... olabilir de... ama o sıcaklık.. özen... saygı.. sevgi yumağı olmak... aidiyet duygusu... içine almak, içini açmak... kabuksuz, kalkansız, olduğun gibi kabul gördüğün, seni en deli, en çocuk hallerinle kabul eden o ortam... çok değerliydi bence... o sıcaklık korunmalıydı... öğretilmeliydi bizden sonrakilere de... yerine de bir şey koyamadık ki zaten...
Kendimi dinozor gibi hissettim yine... ya da aykırı hep olduğu gibi... ama kıyamıyorum... her bayram arifesi ya da ilk bayram günü... böyle hissediyorum.... bunu paylaşayım dedim... benim gibi hisseden tüm dinozorlar için...
İyi bayramlar olsun... sevenlerinizi unutmayın... sevdiklerinizi de.... bayram iyi bir zaman bunun için.... uzaktan bile olsa....hatırlanmak da hatırlamak da güzel... bu keyfi kaçırmayın... :))
Sevgiyle :)
14 Ağustos 2012 Salı
Oyuncaklarımı hep kendim yaptım....
"Kaybetmek"...
En zorlandığım duygu durumudur diyebilirim....
Çocuktum... küçücüktüm... babamın, sanırım İtalyadan getirdiği bebek kaybolmuştu... sokakta unutmuştum... çok ağladım... çok üzüldüm.... içimi çeke çeke "ama o benim arkadaşımdı" dedim, salya sümük...
Altı üstü bir bebek dimi... ama işte gel de anlat bana... sonra bir daha hiç oyuncak bebek istemedim...
Hatta öyle pek fazla oyuncak da istemedim... çamur vardı, tahta vardı... ve çeşit çeşit malzeme... oyuncaklarımın çoğunu kendim yaptım.... kırılırsa, kaybolursa... yeniden yaptım...
Hayatımda vazgeçemeyeceğim şeyleri de istemedim... bir yanım bu bağlanmalardan hep kaçtı... içimdeki deli kız için, her durumda bir kapı hep aralık kalmalıydı...
Kaybetsem de önemli değil diyebilmeliydim... ya da ben kaybolduğumda aralık kapı vardı ya...
Kaybetmelerle barışamadı içim... bağlanmamayı seçti onun yerine....
Her durumda yokladım kendimi.... önce olmazını, bulmazını kabullendim... kabullenemediğime baştan uzanmadım....bunu hissettiğim anda ya da... vazgeçtim taaa başta...
"En kötüsü" dedim... en kötüsünü becerebilirsem yürüdüm... yoksa o yollara hiç gönüllü girmedim... kaybetmeyi kabullenemeyeceğim hemen hemen hiç bişi olmamasına uğraştım hayatımda.... bilinçli ya da bilinç altı... kendimi bildiğimden beri böyleydim...
Şimdiye kadar böyleydi... yani...
Ama artık zamanlar daraldı... istesen de istemesen de... bu duyguyla da barışma vakti geldi...
Anları biriktir diyor bir arkadaşım... "anlar yarat, anlar beze... onlar asla kaybolmazlar ki"... belki de... uğraşıyorum elimden geldiğince... ama yüreğim hala çok ürkek... ya yeterli gelmezse biriktirdiklerim... kime yeterli gelmiş ki...
işte öyle....
En zorlandığım duygu durumudur diyebilirim....
Çocuktum... küçücüktüm... babamın, sanırım İtalyadan getirdiği bebek kaybolmuştu... sokakta unutmuştum... çok ağladım... çok üzüldüm.... içimi çeke çeke "ama o benim arkadaşımdı" dedim, salya sümük...
Altı üstü bir bebek dimi... ama işte gel de anlat bana... sonra bir daha hiç oyuncak bebek istemedim...
Hatta öyle pek fazla oyuncak da istemedim... çamur vardı, tahta vardı... ve çeşit çeşit malzeme... oyuncaklarımın çoğunu kendim yaptım.... kırılırsa, kaybolursa... yeniden yaptım...
Hayatımda vazgeçemeyeceğim şeyleri de istemedim... bir yanım bu bağlanmalardan hep kaçtı... içimdeki deli kız için, her durumda bir kapı hep aralık kalmalıydı...
Kaybetsem de önemli değil diyebilmeliydim... ya da ben kaybolduğumda aralık kapı vardı ya...
Kaybetmelerle barışamadı içim... bağlanmamayı seçti onun yerine....
Her durumda yokladım kendimi.... önce olmazını, bulmazını kabullendim... kabullenemediğime baştan uzanmadım....bunu hissettiğim anda ya da... vazgeçtim taaa başta...
"En kötüsü" dedim... en kötüsünü becerebilirsem yürüdüm... yoksa o yollara hiç gönüllü girmedim... kaybetmeyi kabullenemeyeceğim hemen hemen hiç bişi olmamasına uğraştım hayatımda.... bilinçli ya da bilinç altı... kendimi bildiğimden beri böyleydim...
Şimdiye kadar böyleydi... yani...
Ama artık zamanlar daraldı... istesen de istemesen de... bu duyguyla da barışma vakti geldi...
Anları biriktir diyor bir arkadaşım... "anlar yarat, anlar beze... onlar asla kaybolmazlar ki"... belki de... uğraşıyorum elimden geldiğince... ama yüreğim hala çok ürkek... ya yeterli gelmezse biriktirdiklerim... kime yeterli gelmiş ki...
işte öyle....
12 Ağustos 2012 Pazar
Bir büyü gibi.... İstanbul....
Boğazda büyülü bir yaz gecesi...
Gerçeklik utanmışta saklanmış sanki... olsa olsa gerçek üstü bir dünya.... bir lacivert deryada salınan cümbüş.... değişen renkleriyle köprünün şımarttığı, gökkuşağı bezeli sular.... bu renk paletinde dönen dalgalar.... sarı ışıklı bahçelerden suya akan hayatlar... etrafta silüetleri seçilen vakur yalılar... gecenin her tonu.... akıl almaz bir ışık oyunu...
Öylesi bir ilizyon ki yaşanan... göz alıyor... göz ayırmıyor... hatta göz inanamıyor...
Gözlerden dudaklara dökülen duygular çağıl... bu şehir... ah bu şehr'i İstanbul...
Böylece dolaştık tembel tembel saatlerce boğaz da... yudum yudum içilen yıllanmış bir şarap gibi... nazlı cilveli oynaştı durdu dalgalar... en çapkın renklerle boğazı boyarken ışıklar... üşütmeyen yaz esintisiyle tenlerde gezindi rüzgar....
Bu büyünün içine daldık tereddütsüz... bir kere daha aşık olma vaktiydi.. İstanbul'a....
Hele bu büyü... dostlukla.... arkadaşlıkla... samimiyetle... içtenlikle... o büyük aşkın... o büyük savaşın... o ayakta kalışın büyüsüyle harmanlanınca....
İnsan olmak adına, kadın olmak adına, adam olmak adına.... doğru kelime neydi.... saygı... yetmedi... sevgi yetmedi... özen... belki de... ya da hepsi bir işte...
İstanbulun ışığı hüzünlü gözlerdeki parlaklığı gölgeleyemedi... capcanlı... umutlu... gururlu... işte öyle bişi...
Nasıl anlatılır ki... iki beden, tek yürek bir sevda... bir diğeri için atan, gülen, direnen...her durumda ayakta... birlikte...
İstanbulun büyüsü, evrenin gücü yanınızda olsun....
Sevgi ırmağınız hep aksın emi....:) doğum günün kutlu olsun... :)
Gerçeklik utanmışta saklanmış sanki... olsa olsa gerçek üstü bir dünya.... bir lacivert deryada salınan cümbüş.... değişen renkleriyle köprünün şımarttığı, gökkuşağı bezeli sular.... bu renk paletinde dönen dalgalar.... sarı ışıklı bahçelerden suya akan hayatlar... etrafta silüetleri seçilen vakur yalılar... gecenin her tonu.... akıl almaz bir ışık oyunu...
Öylesi bir ilizyon ki yaşanan... göz alıyor... göz ayırmıyor... hatta göz inanamıyor...
Gözlerden dudaklara dökülen duygular çağıl... bu şehir... ah bu şehr'i İstanbul...
Böylece dolaştık tembel tembel saatlerce boğaz da... yudum yudum içilen yıllanmış bir şarap gibi... nazlı cilveli oynaştı durdu dalgalar... en çapkın renklerle boğazı boyarken ışıklar... üşütmeyen yaz esintisiyle tenlerde gezindi rüzgar....
Bu büyünün içine daldık tereddütsüz... bir kere daha aşık olma vaktiydi.. İstanbul'a....
Hele bu büyü... dostlukla.... arkadaşlıkla... samimiyetle... içtenlikle... o büyük aşkın... o büyük savaşın... o ayakta kalışın büyüsüyle harmanlanınca....
İnsan olmak adına, kadın olmak adına, adam olmak adına.... doğru kelime neydi.... saygı... yetmedi... sevgi yetmedi... özen... belki de... ya da hepsi bir işte...
İstanbulun ışığı hüzünlü gözlerdeki parlaklığı gölgeleyemedi... capcanlı... umutlu... gururlu... işte öyle bişi...
Nasıl anlatılır ki... iki beden, tek yürek bir sevda... bir diğeri için atan, gülen, direnen...her durumda ayakta... birlikte...
İstanbulun büyüsü, evrenin gücü yanınızda olsun....
Sevgi ırmağınız hep aksın emi....:) doğum günün kutlu olsun... :)
11 Ağustos 2012 Cumartesi
Kardelen....
KARDELEN
Bir kardelenim ben
kar olmadan
anlamsızım
kar olmazsa
şaşırırım
Ben bir kardelenim
gün ışığıdır hedefim
aydınlığı da pek bilmem
zor demeden
olmaz demeden
öyle bir kardelenim ben
Tembel ılık sabahları bilmem
kolay ışığı göremem
sonuçta bir kardelenim ben
kar olmazsa
anlamsızım
kar olmadan
şaşırırım
"kolay"ı hiç bilmedim ki ben
yapamam karlar olmadan
........
9 Ağustos 2012 Perşembe
Meraklı küçük balık.... anlayamamıştı....
Annesinin ardından tüm diğer balıklarla beraber, aynı ortak refleksle yüzüyordu derin maviliklerde... hep birlikte dönülen her köşede... yem ararken büyük balıkların takibinde... kaçarken bir gölgeden çırpıntıdan peşlerinde... ama yüreğinde... ah yüreğinde...
Öylesine meraklar gizliyordu ki yüreğinde... anlatmaya bile çekiniyordu... küçük kırmızı balık... annesi ve diğer balıklarla olmuştu hep... onlar nereye, o da aynı yere... onlar yemlenirse yiyordu... onlar kaçıyorsa kaçıyor... diğerleri uyursa uyuyordu...
Her defasında... sürüde herkesin aynı anda yaptığı şeylerde... içinden "şu anda"... "tam da şu anda" geçiyordu... tam aksini yapsam....aksi yöne gitsem.. ben kaçmasam... daha sonra yem yesem... ve daha... ve daha..
Küçük meraklı balığın merakı artık içine sığmıyordu... taşım taşım...
Bir gün... sığ yerlerde dolaşıyorlardı... amma lezzetli şeyler vardı etrafta... bir de su da tuhaf bir aydınlık... suyun üzerinden gölgeler....sanki tuhaf bir balık var suyun dışında...o nereye gitse oraya bakan ...
O ne diye ölüyordu meraktan...
Meraklı olmak iyi değildir diyorlar... fazla merak balığı öldürür diyorlar... bir balığın başına ne gelirse meraktandır diyorlardı... ve küçük balık istediği soruları soramıyor, ya da yanıtlar yarım yamalak, hiç bir yere varmıyordu....
Sürü ne zaman sahile yaklaşsa... sığ kayalıklara gitse, merakla ve umutla bakıyordu suyun dışındaki o büyük balığa... o da hep ona bakıyordu sanki.... ama bir türlü buluşamıyorlardı...
Yukarısı farklı diyordu küçük balık... her şeyi farklı....
Tüm cesaretini toplayarak bilge balığa sordu..."bilge balık o ne, o suyun dışındaki"
Bilge balık; " aman uzak dur küçük balık, suyun dışı ölüm demek"
"peki ölüm ne demek"
"zamanla anlarsın küçük balık, yaşın daha küçük anlamak için"
"dışarıdaki ışık çok güzel, sıcaklık, meraktan ölüyorum"
"sakın ha, sakın.... gitme her gördüğün güzelin peşine"
"bir daha dönemezsin, kaybolursun, yem olursun, yemek olursun, ölürsün....."
Küçük balığa yetmemişti bu açıklamalar..... beraberinde kocaman bir "ama" ile geçmeye başladı günler.... artık sürünün en arkasından gidiyordu... her an kaçmaya hazır....sıra dışıydı...sürü dışıydı..orada ne işi vardı..
O belki de suyun dışına aitti... o ışığa.. o renklere... evet evet öyle olmalıyım dedi küçük balık....
Zamanla sürüde arkadan gelirken de arayı açmaya başladı.. bazen bu sonradan yetişmelere alıştı sürüdekiler... ve bir gün.... kararını verdi... sığ suya gitti... en sığ kayalığa kadar sokuldu... dışarıyı daha net görebiliyordu...
Başını çıkardı sudan.... hızla geri soktu... nefes alamamıştı... ama güzeldi etraf çok güzeldi...
Tam etrafa bakınırken... iki çıkıntı yaklaştı hızla... hopppp suyun dışındaydı.... etrafa bakındı sevinçle... sadece bir an... oradaydı... işte sonunda oradaydı... ama neler olurdu... nefesssssssss... suuuuuuuu.... coppp diye beyaz bir dünyaya bırakıldı... etrafında 3-4 farklı yarı baygın yaralı balıkla birlikteydi... küçücük bir beyaz kovuk.. kendi boyunun 2-3 katı kadar bir yer.. olsun su vardı ya... yüzmese de olur diyordu ama... birşeyler ters gidiyordu.... neden buradaydı.... neler oluyordu... diğerlerine baktı.. herkes kendi köşesinde yaralarıyla başbaşa idi.. daha çok dudaklar solungaçlar kanlıydı.. nasıl olmuştu bunlar anlayamamıştı... yüzmeyi denedi olmadı... salınmayı denedi.. olmadı... kıpırdamadan beklemeye başladı ... bekledi bekledi... sonra aniden kovuk hareketlendi... bir oraya bir buraya savruluyorlardı hep birlikte... daha sonra karanlık kötü kokan bir yere koydular onları... sallantı devam ediyordu... yanındaki balıklardan çoğu artık hareketsizdiler..
Küçük kırmızı balık dayandı dayandı.... sonra yine aydınlık... sonra yine sallantı... bir an durdular... sonra bir çıkıntı onu aldı... dışarıdaydı... dayanmazdı uzun... bir su sesi duydu akan... giderek yaklaşan... bir an sevindi suya tekrar kavuştu diye... sonra ani bir acı... son hissettiği de buydu... ama hala neler olduğunu anlayamamıştı....
Öylesine meraklar gizliyordu ki yüreğinde... anlatmaya bile çekiniyordu... küçük kırmızı balık... annesi ve diğer balıklarla olmuştu hep... onlar nereye, o da aynı yere... onlar yemlenirse yiyordu... onlar kaçıyorsa kaçıyor... diğerleri uyursa uyuyordu...
Her defasında... sürüde herkesin aynı anda yaptığı şeylerde... içinden "şu anda"... "tam da şu anda" geçiyordu... tam aksini yapsam....aksi yöne gitsem.. ben kaçmasam... daha sonra yem yesem... ve daha... ve daha..
Küçük meraklı balığın merakı artık içine sığmıyordu... taşım taşım...
Bir gün... sığ yerlerde dolaşıyorlardı... amma lezzetli şeyler vardı etrafta... bir de su da tuhaf bir aydınlık... suyun üzerinden gölgeler....sanki tuhaf bir balık var suyun dışında...o nereye gitse oraya bakan ...
O ne diye ölüyordu meraktan...
Meraklı olmak iyi değildir diyorlar... fazla merak balığı öldürür diyorlar... bir balığın başına ne gelirse meraktandır diyorlardı... ve küçük balık istediği soruları soramıyor, ya da yanıtlar yarım yamalak, hiç bir yere varmıyordu....
Sürü ne zaman sahile yaklaşsa... sığ kayalıklara gitse, merakla ve umutla bakıyordu suyun dışındaki o büyük balığa... o da hep ona bakıyordu sanki.... ama bir türlü buluşamıyorlardı...
Yukarısı farklı diyordu küçük balık... her şeyi farklı....
Tüm cesaretini toplayarak bilge balığa sordu..."bilge balık o ne, o suyun dışındaki"
Bilge balık; " aman uzak dur küçük balık, suyun dışı ölüm demek"
"peki ölüm ne demek"
"zamanla anlarsın küçük balık, yaşın daha küçük anlamak için"
"dışarıdaki ışık çok güzel, sıcaklık, meraktan ölüyorum"
"sakın ha, sakın.... gitme her gördüğün güzelin peşine"
"bir daha dönemezsin, kaybolursun, yem olursun, yemek olursun, ölürsün....."
Küçük balığa yetmemişti bu açıklamalar..... beraberinde kocaman bir "ama" ile geçmeye başladı günler.... artık sürünün en arkasından gidiyordu... her an kaçmaya hazır....sıra dışıydı...sürü dışıydı..orada ne işi vardı..
O belki de suyun dışına aitti... o ışığa.. o renklere... evet evet öyle olmalıyım dedi küçük balık....
Zamanla sürüde arkadan gelirken de arayı açmaya başladı.. bazen bu sonradan yetişmelere alıştı sürüdekiler... ve bir gün.... kararını verdi... sığ suya gitti... en sığ kayalığa kadar sokuldu... dışarıyı daha net görebiliyordu...
Başını çıkardı sudan.... hızla geri soktu... nefes alamamıştı... ama güzeldi etraf çok güzeldi...
Tam etrafa bakınırken... iki çıkıntı yaklaştı hızla... hopppp suyun dışındaydı.... etrafa bakındı sevinçle... sadece bir an... oradaydı... işte sonunda oradaydı... ama neler olurdu... nefesssssssss... suuuuuuuu.... coppp diye beyaz bir dünyaya bırakıldı... etrafında 3-4 farklı yarı baygın yaralı balıkla birlikteydi... küçücük bir beyaz kovuk.. kendi boyunun 2-3 katı kadar bir yer.. olsun su vardı ya... yüzmese de olur diyordu ama... birşeyler ters gidiyordu.... neden buradaydı.... neler oluyordu... diğerlerine baktı.. herkes kendi köşesinde yaralarıyla başbaşa idi.. daha çok dudaklar solungaçlar kanlıydı.. nasıl olmuştu bunlar anlayamamıştı... yüzmeyi denedi olmadı... salınmayı denedi.. olmadı... kıpırdamadan beklemeye başladı ... bekledi bekledi... sonra aniden kovuk hareketlendi... bir oraya bir buraya savruluyorlardı hep birlikte... daha sonra karanlık kötü kokan bir yere koydular onları... sallantı devam ediyordu... yanındaki balıklardan çoğu artık hareketsizdiler..
Küçük kırmızı balık dayandı dayandı.... sonra yine aydınlık... sonra yine sallantı... bir an durdular... sonra bir çıkıntı onu aldı... dışarıdaydı... dayanmazdı uzun... bir su sesi duydu akan... giderek yaklaşan... bir an sevindi suya tekrar kavuştu diye... sonra ani bir acı... son hissettiği de buydu... ama hala neler olduğunu anlayamamıştı....
6 Ağustos 2012 Pazartesi
rüya işte....
Küçük kırmızı balık uyandı... bu rüya olmalıydı dedi.... gerçek olamazdı zaten... neler de görmüştü öyle.... mehtabın suda ki hüzmesi gibi.... samanyolunun su altındaki devamı gibi... yolu yoluna karışmış gibi.... sanki yıllardır tanırmış gibi... bir söz tam da bittiği yerden yeniden başlamış gibi... bu nasıl bir rüyaysa... işte öyle
Etrafına bakındı küçük kırmızı balık... gerindi... yok canım daha neler diye söylendi... bir rüyaydı altı üstü... şimdi gerçek sanmanın alemi ne dedi kendine...
işine gücüne döndü... diğer balıklara katıldı... ama rüya hep aklındaydı...
Günlerce üst üste aynı rüyayı gördü küçük kırmızı balık... sanki sudan çıkmış gibi... sanki bir kuşun kanadına takılmış gibi... sanki ipek satenlere sarınmış, sanki latif çayırlarda salınmış, sanki gül bahçelerinde izinsiz dolaşmış gibi... uçtu gitti ışığa doğru... güneşi yakaladı sanki.... güneşi tutsak etti getirdi su altına sanki... ışık ve su gibiydi rüyasındaki kendi.... sanki olabilirmiş gibi... ya olabilirse bile dedi...
Her defasında uyandı rüyadan, gönlü ürkek... hadi canım, yok canım, daha neler diye diye... küçük kırmızı balık rüyayla dolaştı durdu...
ya sonra....
ne sonrası....
rüya işte.... rüyaydı ya zaten taaaa başta....
sevgiyle..... :)
Etrafına bakındı küçük kırmızı balık... gerindi... yok canım daha neler diye söylendi... bir rüyaydı altı üstü... şimdi gerçek sanmanın alemi ne dedi kendine...
işine gücüne döndü... diğer balıklara katıldı... ama rüya hep aklındaydı...
Günlerce üst üste aynı rüyayı gördü küçük kırmızı balık... sanki sudan çıkmış gibi... sanki bir kuşun kanadına takılmış gibi... sanki ipek satenlere sarınmış, sanki latif çayırlarda salınmış, sanki gül bahçelerinde izinsiz dolaşmış gibi... uçtu gitti ışığa doğru... güneşi yakaladı sanki.... güneşi tutsak etti getirdi su altına sanki... ışık ve su gibiydi rüyasındaki kendi.... sanki olabilirmiş gibi... ya olabilirse bile dedi...
Her defasında uyandı rüyadan, gönlü ürkek... hadi canım, yok canım, daha neler diye diye... küçük kırmızı balık rüyayla dolaştı durdu...
ya sonra....
ne sonrası....
rüya işte.... rüyaydı ya zaten taaaa başta....
sevgiyle..... :)
4 Ağustos 2012 Cumartesi
Bir yeri olmalı insanın
bir yeri olmalı insanın
kendini götürebileceği
bir limanı olmalı hatta
istediğinde
güvende olabileceği
güvende hissedeceği
hissettireceği
kaçabileceği.....
bir dalı olmalı insanın
dar zamanlarında
uzanabileceği
uzatabileceği....
yaprakları olmalı mesela
yaşanan sonbaharlarda
utanmadan sararacağı
baharda tomurcuklanıp
istediğinde çapkın yeşil salınacağı
rüzgarlara gönüllü bırakacağı
belirsizlik topraklarına karışacağı....
bir kökü olmalı insanın
en şiddetli fırtınalarda tutunacağı
en acımasız boyun eğişlerde bile direneceği
duruşunu koruyacağı, kollayacağı...
serin gölgeleri olmalı insanın
uzanıp efil efil
dinleneceği
dinlendireceği...
bir ağaç gibi olmalı insan mesela
en sıkışık ormanlarda bile ayakta
ya da ağacını gezdirebilmeli
çılgın okyanuslarda...
bir yeri olmalı insanın
bir ağaç gibi ayakta
bir yeri olmalı insanın
ben buyum diyeceği
bir duruşu olmalı insanın
budur diyeceği....
bir yeri olmalı insanın
kendisini taşıyabileceği
limanlarında demirli ve güvende kalabileceği
tazeleneceği
bir ağaç gibi, yaprak gibi, dal gibi...
uzanabileceği
uzatabileceği
bir yeri olmalı
her durumda güvenli...
tıpkı kendi gibi.....
kendini götürebileceği
bir limanı olmalı hatta
istediğinde
güvende olabileceği
güvende hissedeceği
hissettireceği
kaçabileceği.....
bir dalı olmalı insanın
dar zamanlarında
uzanabileceği
uzatabileceği....
yaprakları olmalı mesela
yaşanan sonbaharlarda
utanmadan sararacağı
baharda tomurcuklanıp
istediğinde çapkın yeşil salınacağı
rüzgarlara gönüllü bırakacağı
belirsizlik topraklarına karışacağı....
bir kökü olmalı insanın
en şiddetli fırtınalarda tutunacağı
en acımasız boyun eğişlerde bile direneceği
duruşunu koruyacağı, kollayacağı...
serin gölgeleri olmalı insanın
uzanıp efil efil
dinleneceği
dinlendireceği...
bir ağaç gibi olmalı insan mesela
en sıkışık ormanlarda bile ayakta
ya da ağacını gezdirebilmeli
çılgın okyanuslarda...
bir yeri olmalı insanın
bir ağaç gibi ayakta
bir yeri olmalı insanın
ben buyum diyeceği
bir duruşu olmalı insanın
budur diyeceği....
bir yeri olmalı insanın
kendisini taşıyabileceği
limanlarında demirli ve güvende kalabileceği
tazeleneceği
bir ağaç gibi, yaprak gibi, dal gibi...
uzanabileceği
uzatabileceği
bir yeri olmalı
her durumda güvenli...
tıpkı kendi gibi.....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)