Ekim ortasından başlar benim için hüznü.. işte yine bu ay.. kasım ayı.. barışamadım bu gri-kahverengi, ışığın azaldığı, günlerin soğuduğu ayla... sevemedim elimde değil.. benim de renklerim solar, yapraklarım dökülür.. içime kapanır.. kış uykularına yatasım gelir.. enerjim düşer.. bir hüzün gelir yerleşir hazanla bir.. ışık, ışık, mavi mavi bakmak istese de yüreğim.. ellerim üşür aramaktan renkleri.. bir tuhaf olurum ben her kasım.
Demlikte tarçın kokulu kış çayı, el örmesi battaniyemin altına saklanıp kitap okurum sessiz uzun.. konuşasım da gelmez pek.. yavaş günlerdir.. hatta çok yavaş.. zor geçer her sene.. taaa 20 Aralığa kadar sürer bu duygu, bu durgun bekleyiş.. ve oleyyy "20 aralık".. en soğuk havada bile bir ışık şöleni yaparım sevinçle.. hatta geçen sene kar altındaki terasımda yapmıştım bu ışık-yaz kutlamasını.. görenler deli desin.. kimin umurunda.. ışık geri geliyor.. yavaş yavaş tomurcuklanma yeşerme vakti artık.. renklerim yakın.. kutlamaya değmez mi allah aşkına..
İşte bu ruh halleriyle bir bir geri sayıyorum yine bu gri kısa günleri.. daha 1 ay var 20 aralığa.. yani daha da grileşecek, daha da sessizleşeceğim.. bu sene bir fark " arada dalış kaçamağı" yapacağım.. döndüğümde ışık kutlamasına az kalmış olacak..
Hızla geçen senelere değil de bu kasım ayına takılmam da tuhaf ama ne yapayım.. mevsimselliği fazla derin yaşıyorum elimde değil.. yatcaz kalkcaz, yatcaz kalkcaz.. bir süre daha.. ey deli gönlüm.. sabret.. ışıklı günler yakın..
Sevgiyle..
17 Kasım 2014 Pazartesi
9 Kasım 2014 Pazar
Şarabın damaktaki tadı...
Şarabın damaktaki lezzeti.. meğer yudumu "yudum" gibi içmekte gizliymiş... telaşsız, sakin, dikkatli... önce buruk başlayan lezzet, giderek bin lezzete dönermiş... bir süre damakta saklarsan yudumu.. itinayla.."damak tadı" sonrasına kalan hediyeymiş... "gövdeli şarap" dediğin, "sonrasında izi kalanmış".. keyfi bin keyfe bedelmiş...bir yudum şarapta ne lezzetler gizliymiş.. görmesini, tatmasını bakmasını bilene...sevgiyle... "damak tadı" hep daim olsun..
8 Kasım 2014 Cumartesi
inadına illaki...
inadına bir belki
canın yandıkça sanki
çağlayanı çavlana
külleri hep lavlara
gönüllü dalmak gibi
bir aykırı duruş ki
bir anlamı varmı ki
anlamı vardır belki
inadına illaki...
canın yandıkça sanki
çağlayanı çavlana
külleri hep lavlara
gönüllü dalmak gibi
bir aykırı duruş ki
bir anlamı varmı ki
anlamı vardır belki
inadına illaki...
2 Kasım 2014 Pazar
Tutunmak...
Tutunmak
Bir dal
Dal olmak
Zamanında uzanmak
Uzatmak
Tutunmak
Bir söze
Bir anıya
Bir gülüşe
Tutunmak
Yaşama
Sevdaya
Tutunmak
İnadına....
Bir dal
Dal olmak
Zamanında uzanmak
Uzatmak
Tutunmak
Bir söze
Bir anıya
Bir gülüşe
Tutunmak
Yaşama
Sevdaya
Tutunmak
İnadına....
30 Ekim 2014 Perşembe
babam...
Sevgi denildiğinde.. ya da hissetmek... ben hep onu düşündüm... bebektim kucağından inmezdim... çocuktum, dudaklarından çıkan her aferim hazinemdi... onunla tanıdım denizi, su altını ya da ormanı.. tek tek anlattı.. tek tek sevdirdi.. "korkak olma.. kendine yet.. kendin ol" derdi.. başarılarımın tatlı tadı.. hüzünlerin buruk lezzeti.. birlikte tattık... ben en çok onunla ve onun için ben oldum.. yakın yada uzak.. vardı.. benim hep yanımdaydı.. her zaman benimle olacaksın bunu bilsem de sevgili babam... seni öpüp koklamak başkaydı.. çok dedim "seni seviyorum" diye... "sen benim birtanemsin" diye.. ama yeterli miydi.. yetti mi.. sanmam.. keşkem olmasa da.. sıralı, vakitli ve acısız olsa da.. bencilce olsa da.. "zorlanıyorum.. eksiğim..."... niye gittin babam??????
14 Ekim 2014 Salı
Geç kalmışlığım....
Önce erken, sualsiz
Sonra geçler zamansız
Her durumda kararsız
Neyi erken yaşadıysam, geç kalmışım ben
Sessizliğim geç
Sözcükler erken
Sese ses yankı derken
Konuşmakta bile geç kalmışım ben
Düşlerde mayalarken erken
Ya da, dar zamanlarda gidilen
Bazen içten içe demlendirirken
Görüyorum ki yine geç kalmışım ben
Fırtına ekip tufan biçerken
Coşku sellerinden sallar seçerken
Hayaller içinde vurgun gezerken
Gerçek olan neyse, geç kalmışım ben
Gri bulutluyum, karıştım derken
Bulanık sularım, dinlendirirken
Bir sus, bir durul, erken...
İşte öylesine, geç kalmışım ben
12 Ekim 2014 Pazar
ışıklanmak yeniden
Yukarıdan kanat çırparak bakıyordu aşağıda salınan ışıklı şehre.. kış da yakındı oysa.. bir kuytu.. bir yuva bulmalıydı artık.. ama ah bu ışıklı şehrin cazibesi.. gidemiyordu.. dönemiyordu... arada kanadından kopup düşen tüylerini yolluyordu şehre.. yukarı bakarmıydı.. bakarsa anlarmıydı.. ışık ışkı olmak istiyordu derinden.. ışıklanmak yeniden.. yorgundu uzak ırak.. yorgundu.. üşümüştü.. gitmeliydi... biliyordu... ama son tur diye diye.. o son tur hiç bitmiyordu.. vazgeçemiyordu... dönemiyordu.. üşümüştü... kuytuların ılık koynuna sığınmak vardı... yumuşacık bir huzurda düş gezdirmek yetmezmiydi.. oysa o soğuk akşamlarda hala kanat çırpıyordu.. ışıklı şehir.. artık gidiyordu.. son bir tur daha.. sonra gidecekti...
7 Ekim 2014 Salı
Zamansız...
Yaz
Dur yazma
Yaz
Zamansız
Ses ver
Ses
Söz
Karışık
Zamansız
Karıştık
Ah yürek
Bi sus artık
Dur yazma
Yaz
Zamansız
Ses ver
Ses
Söz
Karışık
Zamansız
Karıştık
Ah yürek
Bi sus artık
4 Eylül 2014 Perşembe
Olur, olmaz
En olur olan da olmaz
olmaz olan zaten olmaz
olmazlarda sıkışırsın, olmaz
olmazlardan sıkılırsın, olmaz
Olabilirlikle çabalarsın, olmaz
bu defa olacak dersin, olmaz
etrafından dolaşır, olmaz
sen etrafındasındır, olmaz
bazen,
ne yaparsan yap
olmaz, olmaz,olmaz
zorlamamak mı lazım ne
olmazı olur yapmak kimin haddine
yine de
belki de.......
belki de.......
ne oluuurr ne olmaz diye
sevgiyle
6 Nisan 2014 Pazar
Jonathan'ın kanadı
silkinip uçmuştu sere serpe
ardına bakmamıştı
öylece
sonra
aslında yok yere
ağır mı geldi ne
kanatlar yetemedi
çırpınışlar nafile
altta azalan
mavi
gitgide büyüyen
kahverengi
vazgeçmenin eşiğindeydi
ya bir daha uçamazsa
Jonathan'ın kanadı
Jonathan kızarmıydı
düşerse tutarmıydı
baktı..
Jonathan oradaydı...
diş fırçaları
yine yolculamış besbelli
sadece kendi ayak sesleri
kavanoz kalabalık
kavanozda yalnızlık
kalanı... eski diş fırçaları....
sadece kendi ayak sesleri
kavanoz kalabalık
kavanozda yalnızlık
kalanı... eski diş fırçaları....
31 Mart 2014 Pazartesi
hep başa.. hep beyaz...
bir sayfa beyaz bakan
beyaz bakan arkadan
boya yaz çiz parçalan
hep sayfa beyaz kalan
bir başa sarmak gibi
ne kalacaksa geri
onca yazı onca çizgi
suya çizmişsin gibi
bir sayfa beyaz bakan
bir hayat beyaz kalan
ne kalemler ne renkler
farklı sözler desenler
dene dene olmadı
renklerse hiç durmadı
bakmaya korkuyorum
sayfam yine beyazmı?....
beyaz bakan arkadan
boya yaz çiz parçalan
hep sayfa beyaz kalan
bir başa sarmak gibi
ne kalacaksa geri
onca yazı onca çizgi
suya çizmişsin gibi
bir sayfa beyaz bakan
bir hayat beyaz kalan
ne kalemler ne renkler
farklı sözler desenler
dene dene olmadı
renklerse hiç durmadı
bakmaya korkuyorum
sayfam yine beyazmı?....
aynıların farkı
Frost'un yolları gibi yollarım
gönüllü çıkmazlarım
hep zora meraklarım
yaralarım berelerim
cesur korkaklıklarım
ve ille meraklarım
aynılardan fark yaratmalarım
ah benim aptallıklarım
hep az gidilmişi bulma çabalarım
dönüşlerimi her defasında
ben de anlatacağım
çocukça öfkelerim
çabuk vazgeçmelerim
çalı çırpı yaprak toprak
oysa hep aynı yerdeyim
Frost bile dinlememiş
ben mi dinleyeceğim...
gönüllü çıkmazlarım
hep zora meraklarım
yaralarım berelerim
cesur korkaklıklarım
ve ille meraklarım
aynılardan fark yaratmalarım
ah benim aptallıklarım
hep az gidilmişi bulma çabalarım
dönüşlerimi her defasında
ben de anlatacağım
çocukça öfkelerim
çabuk vazgeçmelerim
çalı çırpı yaprak toprak
oysa hep aynı yerdeyim
Frost bile dinlememiş
ben mi dinleyeceğim...
23 Mart 2014 Pazar
köpüklerdeyim...
içimden yazasım
şiire durasım var
sakin, yavaş, zamansızım
saatleri unutmak güzel
yüreğim köpüklü yine
ah deli yüreğim
deli yürek de güzel
ıslak ıslak kahkahayla
eğer köpürtebilmek bir şanssa
deli dalgaları coşturmak güzel
hem deli, köpüklü hem dingin aynı anda
unutmuştum oysaki yıllarca
her yeni baharda umutla
ballı babalara baktıkça
ama becerdim sonunda
beden yorgun yürek coşmuş
bir deli kız türküsü dalga dalga
baharlarla açılmak güzel
yürek buldu mu, su yoluna
akmak bakmadan sonuna
işte öyle..
gönül deli gözler ıslak
bazen orada, bazen ırak
haklısın be koca Nazım
öyle böyle, uzun uzak
asıl güzel olan... yaşamak
şiire durasım var
sakin, yavaş, zamansızım
saatleri unutmak güzel
yüreğim köpüklü yine
ah deli yüreğim
deli yürek de güzel
ıslak ıslak kahkahayla
eğer köpürtebilmek bir şanssa
deli dalgaları coşturmak güzel
hem deli, köpüklü hem dingin aynı anda
unutmuştum oysaki yıllarca
her yeni baharda umutla
ballı babalara baktıkça
ama becerdim sonunda
beden yorgun yürek coşmuş
bir deli kız türküsü dalga dalga
baharlarla açılmak güzel
yürek buldu mu, su yoluna
akmak bakmadan sonuna
işte öyle..
gönül deli gözler ıslak
bazen orada, bazen ırak
haklısın be koca Nazım
öyle böyle, uzun uzak
asıl güzel olan... yaşamak
21 Mart 2014 Cuma
Şımarık sarmaşığım...
Bir kabardım bir kabardım
Kararlı şımarık bir sarmaşığım
Kol kol oldum dal dal yürek
Sarılıp sarmalandım al al
Açılıp saçıldıkça daha bir sarmaşığım
Nerede başı sonu bilmem
Kaç kök kaç dalız bilmem
Dal kök yaprak filiz.. hep beraberiz, biziz
Bu baharlık durumları geçici bilirim
yaprak da dökeriz
Dal da budarız icabında
daha bir gür çıkarım her defasında
İçime girip girip çıkarım
Budandıkça dallarım
Daha bir güçlü girip girip çıkarım
iyi ki varsın şımarık sarmaşığım..
Kararlı şımarık bir sarmaşığım
Kol kol oldum dal dal yürek
Sarılıp sarmalandım al al
Açılıp saçıldıkça daha bir sarmaşığım
Nerede başı sonu bilmem
Kaç kök kaç dalız bilmem
Dal kök yaprak filiz.. hep beraberiz, biziz
Bu baharlık durumları geçici bilirim
yaprak da dökeriz
Dal da budarız icabında
daha bir gür çıkarım her defasında
İçime girip girip çıkarım
Budandıkça dallarım
Daha bir güçlü girip girip çıkarım
iyi ki varsın şımarık sarmaşığım..
14 Mart 2014 Cuma
uzaklardan...
uzaklardayım
yüreğim bir ucunda şehrimin
yüreğimin bir ucunda şehrim
uzaklardayım
yabancı, camdan gördüklerim
çıkasım yok, gözüm saatte
buruk bir bekleyişim var bu kentte
ağırım biraz kendime
ayaklarımda dolaşan evin kedisi
üzerimde hüzün, hafif grimsi
bir çeşit insanlık hali işte
uzaklardan biri bir
uzaklardan öteki yine bir
sıcacık ekmeğimin köşesine sokuşturduğum
beyaz peynirim
terasımda büyüyen çiçek
bekleyenim, beklediğim
az kaldı dimi
gelmeme...
yüreğim bir ucunda şehrimin
yüreğimin bir ucunda şehrim
uzaklardayım
yabancı, camdan gördüklerim
çıkasım yok, gözüm saatte
buruk bir bekleyişim var bu kentte
ağırım biraz kendime
ayaklarımda dolaşan evin kedisi
üzerimde hüzün, hafif grimsi
bir çeşit insanlık hali işte
uzaklardan biri bir
uzaklardan öteki yine bir
sıcacık ekmeğimin köşesine sokuşturduğum
beyaz peynirim
terasımda büyüyen çiçek
bekleyenim, beklediğim
az kaldı dimi
gelmeme...
26 Şubat 2014 Çarşamba
Kahvemin kokusu...
Ulusal gündem... yüreğimiz şiştikçe şişiyor... isyan etsem de, kızsam da...eli kolu bağlı, hiç bişi yapamadan durmalara dayanamıyorum... TV seyretmeyeyim, 3 maymunu oynayayım diyorum olmuyor... sosyal medyadan, tepkilerden, hezeyana dönen isyan duygusundan kaçmak değil çözüm.. peki çözüm ne.. o da pek gözükmüyor ufukta...
Soner Yalçın yazmış bugün... "Sonrasını görelim"... bu oyunun, tezgahın ardına bakalım diyor.. öyle böyle karanlık... içim kararıyor... başımı gömecek kum aramaya da utanıyorum.. feci bir çaresizlik duygusundayım yine...
Kalkıp bir kahve yapıyorum... taze filtre kahvemin kokusu... birden dalıp gidiyorum... Ateşli siyaset tartıştığımız Beyazıt Buhara kafe günleri... 36 saatlik nöbetlerin ardındaki çalışma gününün sonunda... o son ameliyat da bittiğinde... ele alınan sıcacık kahvenin mutluluğu.. tabii önce kokusu...ille de o koku...meret kahvenin kendisinden daha çekici sanki..
Kahve kokusu ile biraz rahatlıyorum... darlanmışlığıma mola gibi... dalgalanıyorum yine.. gebe günlerin farkındayım... umutlarım üzülmesin diyorum.. pozitif olayım diyorum.. ben de ucundan tutayım diyorum.. söylenen değil söyleyen olayım diyorum...dibe vurmadan yüzeye çıkılmaz diyorum... kendi dediklerime inanmak istiyorum...
Kahvemin taze kokusu ile umudumu tazelemek istiyorum... neler yaşadık, nelere dayandık... bu boz bulanık gecelerden doğacak güneş... mutlaka bir güneş olacağına inanmak gerek diyorum...
Güzel şeylere susadık.. olumlu olan hiç bişi rayting yapmadığından yer alamıyor gündemde... Negatif negatifi çeker gibi... daha daha çoğalarak geliyor olumsuzluklar... yeter yaaa... ben güneşimi geri istiyorum.. yüreğim susuz.. yüreğim üşümüş... umutlarım üzgün.. bir tek elimde mis kokusu ile kahvem...
Üşüyorum... umutlarım yorgun... dalgalanmaktayım...
Bu yazıyı da neden yazdım bilemesem de... işte öyle.. sevgiyle...:(
Soner Yalçın yazmış bugün... "Sonrasını görelim"... bu oyunun, tezgahın ardına bakalım diyor.. öyle böyle karanlık... içim kararıyor... başımı gömecek kum aramaya da utanıyorum.. feci bir çaresizlik duygusundayım yine...
Kalkıp bir kahve yapıyorum... taze filtre kahvemin kokusu... birden dalıp gidiyorum... Ateşli siyaset tartıştığımız Beyazıt Buhara kafe günleri... 36 saatlik nöbetlerin ardındaki çalışma gününün sonunda... o son ameliyat da bittiğinde... ele alınan sıcacık kahvenin mutluluğu.. tabii önce kokusu...ille de o koku...meret kahvenin kendisinden daha çekici sanki..
Kahve kokusu ile biraz rahatlıyorum... darlanmışlığıma mola gibi... dalgalanıyorum yine.. gebe günlerin farkındayım... umutlarım üzülmesin diyorum.. pozitif olayım diyorum.. ben de ucundan tutayım diyorum.. söylenen değil söyleyen olayım diyorum...dibe vurmadan yüzeye çıkılmaz diyorum... kendi dediklerime inanmak istiyorum...
Kahvemin taze kokusu ile umudumu tazelemek istiyorum... neler yaşadık, nelere dayandık... bu boz bulanık gecelerden doğacak güneş... mutlaka bir güneş olacağına inanmak gerek diyorum...
Güzel şeylere susadık.. olumlu olan hiç bişi rayting yapmadığından yer alamıyor gündemde... Negatif negatifi çeker gibi... daha daha çoğalarak geliyor olumsuzluklar... yeter yaaa... ben güneşimi geri istiyorum.. yüreğim susuz.. yüreğim üşümüş... umutlarım üzgün.. bir tek elimde mis kokusu ile kahvem...
Üşüyorum... umutlarım yorgun... dalgalanmaktayım...
Bu yazıyı da neden yazdım bilemesem de... işte öyle.. sevgiyle...:(
24 Şubat 2014 Pazartesi
"Neden" gereksiz...
Bilemeden ne beklediğimi
Beklediğimi biliyorum ben
Tuhaf bir kışlık durumunda
Huzurlu bir telaşla bekliyorum
Öyle kuvvetli ki çekim duygusu..
İlkbaharda tomurcuk doğuracağım sanki,
Havalar ısınmış, toprağım kabarmış
Yağmuru bekler gibi beklemekteyim sanki..
Anlam aramaktan ne zaman vazgeçtim
Sorup durmuyorum da kendime artık
Öylesine akıp gitmeyi kabullendim
Sadece kendimi bekliyorum artık
Tuhaf bir durum bu... çok tuhaf
Nehrin akışında, sonu belirsiz
Sular gibi sakin akmaktayım...sessiz
Geride kalanlara bakıyorum telaşsız
Dingin ve huzurlu sulardayım
Sanki eksik pazılın son parçası ben..
Neyi tamamlayacağım...bilemeden
Öylece akıyorum sonu belirsiz
Öylece akıyorum.. neden gereksiz...
Sanki biliyorum baharım yakın
Huzurlu bir dinginliğin koynundayım
işte öyle bekliyorum
nedensiz, sessiz
ve işte ilk defa
neden gereksiz....
Beklediğimi biliyorum ben
Tuhaf bir kışlık durumunda
Huzurlu bir telaşla bekliyorum
Öyle kuvvetli ki çekim duygusu..
İlkbaharda tomurcuk doğuracağım sanki,
Havalar ısınmış, toprağım kabarmış
Yağmuru bekler gibi beklemekteyim sanki..
Anlam aramaktan ne zaman vazgeçtim
Sorup durmuyorum da kendime artık
Öylesine akıp gitmeyi kabullendim
Sadece kendimi bekliyorum artık
Tuhaf bir durum bu... çok tuhaf
Nehrin akışında, sonu belirsiz
Sular gibi sakin akmaktayım...sessiz
Geride kalanlara bakıyorum telaşsız
Dingin ve huzurlu sulardayım
Sanki eksik pazılın son parçası ben..
Neyi tamamlayacağım...bilemeden
Öylece akıyorum sonu belirsiz
Öylece akıyorum.. neden gereksiz...
Sanki biliyorum baharım yakın
Huzurlu bir dinginliğin koynundayım
işte öyle bekliyorum
nedensiz, sessiz
ve işte ilk defa
neden gereksiz....
23 Şubat 2014 Pazar
Vazgeçmek... yada asılmak hayata inadına inadına...
Kolay gibi görünse de vazgeçmek... dayanılmaz bir kaçış dürtüklese de içten içe... umudu tükettiğinde... yolun ucu hepten karardığında... gücünün son kırıntısı da bittiğinde.. renkleri solduğunda günlerinin... en olmazlarla boğuşmaktan yorulduğunda... Kolay gibidir... öylesine vazgeçivermek...
Vazgeçtiğin anda kaybolursun kendi derininde... aynada soran gözlerine bakamaz olursun.. omuzların düşer... bu yenilgi yakışmamıştır yüreğine.. kendi zayıflığından utanırsın.. uyursun, uykuların koynunda bile yüreğin ağlar... sessizliğin sesine dayanamazsın.. kaçacak yolların bulanıverir.. kolay değildir...hiç kolay değildir vazgeçmek...
Asılmak gerekir hayata.. inadına inadına... yolun sonu kararsa da.. anlamlar kaybolsa da... gücün kalmasa da.. olmazları, açmazları, mümkünsüzleri kabullenmeden... vazgeçmenin dayanılmaz hafifliğine kanmadan... her durumda yenilgiyi kabullenmeden devam etmek..inadına inadına...
Zor biliyorum.. ama vazgeçmek daha zor.. düşülen karanlıklardan sıyrılmak... duygulara yeniden pansuman yapmak... umudu dar koridorlarda aramak... zor.. evet.. ama yenilgiyi kabullenmek kadar zor değil...
Dayanmak, ayakta kalmak gerek.. savaşmak çoğu zaman... karşı dağda ateş yakanlar için... sevgi için.. ama en başta kendin için... aynaya bakarken... "aferin sana" demek için... yenidenlere inanarak, umutlar kuşanarak... hatta bazen bir yabancıyla çocukça dertleşerek... devam etmek gerek... inadına inadına.. yolda olmak bile önemlidir bazen..
Sevgiyle...
Vazgeçtiğin anda kaybolursun kendi derininde... aynada soran gözlerine bakamaz olursun.. omuzların düşer... bu yenilgi yakışmamıştır yüreğine.. kendi zayıflığından utanırsın.. uyursun, uykuların koynunda bile yüreğin ağlar... sessizliğin sesine dayanamazsın.. kaçacak yolların bulanıverir.. kolay değildir...hiç kolay değildir vazgeçmek...
Asılmak gerekir hayata.. inadına inadına... yolun sonu kararsa da.. anlamlar kaybolsa da... gücün kalmasa da.. olmazları, açmazları, mümkünsüzleri kabullenmeden... vazgeçmenin dayanılmaz hafifliğine kanmadan... her durumda yenilgiyi kabullenmeden devam etmek..inadına inadına...
Zor biliyorum.. ama vazgeçmek daha zor.. düşülen karanlıklardan sıyrılmak... duygulara yeniden pansuman yapmak... umudu dar koridorlarda aramak... zor.. evet.. ama yenilgiyi kabullenmek kadar zor değil...
Dayanmak, ayakta kalmak gerek.. savaşmak çoğu zaman... karşı dağda ateş yakanlar için... sevgi için.. ama en başta kendin için... aynaya bakarken... "aferin sana" demek için... yenidenlere inanarak, umutlar kuşanarak... hatta bazen bir yabancıyla çocukça dertleşerek... devam etmek gerek... inadına inadına.. yolda olmak bile önemlidir bazen..
Sevgiyle...
11 Şubat 2014 Salı
Stres, gerginlik, depresyon... yada huzur, dinginlik, enerji....
Duyar gibiyim sessiz haykırışları....
"Ah elimizde olsa"
"Ben de isterim ama..."
"Kolay böyle söylemesi..."
"Sen benim yaşadıklarımı bilmiyorsun.."
"Gel de stres yapma..."
"Evet.. tabii ki... haklısınız... ah o şartlar dimi... vah vah yazık size..." diyebilirim...
AMA DEMEYECEĞİM :))
Tüm bu gerginliğin daha da çok gerilim yarattığını, stresle başlanan şeylere negatif enerji yüklendiğini, sürekli şikayet edersek daha çok yakınacak ortamların oluştuğunu, bu şekilde oluşturduğumuz auranın sürekli olumsuzluklar doğurduğunu bir düşünsenize... Morrpy kuralları denmiş, negatif enerji negatiflik üretir denmiş, sıkıntılar hep çoğul gruplarla gelir denmiş... birçok farklı kültür ve toplumda bunları ifade eden pek çok şey söylenmiş... kendimizde biliyoruz aslında.. ama bu yakınma ve mutsuzluk durumundan mazosişt bir zevk mi alıyoruz nedir... vazgeçemiyoruz...
Yüreğim şişiyor bazen... boğuluyorum.. kaçıyorum... öyle çok yerden bu olumsuzluk bombardımanı geliyor ki... korunmak kolay değil... bilmez miyim...
Pasif seyirci olarak haberdar olduğumuz şeyler, yapabilecekken durmayı seçtiklerimiz, kırgınlıklar, küskünlükler, acıtanlar, haksızlıklar, darlıklar, darlanmalar.... öbek öbek her yanda... bunları yok sayamayız... o halde????
Polyannacıklık değil söylediğim... sadece içselleştirirken filtrelemek... Olumsuzluklarla mücadele ederken enerjik ve olumlu olmak... başarılı hissetmek ( yola çıkmak, yolda kalmak da ciddi bir başarıdır) süreç önemlidir sonuç kadar.... değiştiremediğimiz gerçeklerle de barışmayı, kabullenmeyi hoş görmeyi bilmek bünyeye iyi gelir... şikayet sarmallarından kurtarır insanı.. ferahlık verir...
Bir de tüm bu gerginlik ve huzursuzluk durumlarının vücut kimyamızda yarattığı değişiklikler var kiiii.. aman aman... ben de pek çoğunu yeni öğrendim... nasıl bir kısır döngü içine düşüyoruz... mutsuzluk bünyeyi nasıl mutsuz ve hastalıklara açık kılıyor... inanılmaz... farkında bile olmadan kişiliğimiz etkileniyor, vücudumuz deforme oluyor, beyin fonksiyonlarımız yavaşlıyor... gelsin daha daha olumsuzluklar ve mutsuzluk gerekçeleri...
FARKINDA OLMAK gerek önce... bir durup düşünmek... değişimi istemek... rahatlamak için ne gerekiyorsa yapmak.. öyle yada böyle bu negatif duygu durumundan kurtulmak gerekir...
İNANIN BANA ARKASI GÜZELLİKLERLE GELECEKTİR...
Bir deneyin bence... sevgiyle... :)
"Ah elimizde olsa"
"Ben de isterim ama..."
"Kolay böyle söylemesi..."
"Sen benim yaşadıklarımı bilmiyorsun.."
"Gel de stres yapma..."
"Evet.. tabii ki... haklısınız... ah o şartlar dimi... vah vah yazık size..." diyebilirim...
AMA DEMEYECEĞİM :))
Tüm bu gerginliğin daha da çok gerilim yarattığını, stresle başlanan şeylere negatif enerji yüklendiğini, sürekli şikayet edersek daha çok yakınacak ortamların oluştuğunu, bu şekilde oluşturduğumuz auranın sürekli olumsuzluklar doğurduğunu bir düşünsenize... Morrpy kuralları denmiş, negatif enerji negatiflik üretir denmiş, sıkıntılar hep çoğul gruplarla gelir denmiş... birçok farklı kültür ve toplumda bunları ifade eden pek çok şey söylenmiş... kendimizde biliyoruz aslında.. ama bu yakınma ve mutsuzluk durumundan mazosişt bir zevk mi alıyoruz nedir... vazgeçemiyoruz...
Yüreğim şişiyor bazen... boğuluyorum.. kaçıyorum... öyle çok yerden bu olumsuzluk bombardımanı geliyor ki... korunmak kolay değil... bilmez miyim...
Pasif seyirci olarak haberdar olduğumuz şeyler, yapabilecekken durmayı seçtiklerimiz, kırgınlıklar, küskünlükler, acıtanlar, haksızlıklar, darlıklar, darlanmalar.... öbek öbek her yanda... bunları yok sayamayız... o halde????
Polyannacıklık değil söylediğim... sadece içselleştirirken filtrelemek... Olumsuzluklarla mücadele ederken enerjik ve olumlu olmak... başarılı hissetmek ( yola çıkmak, yolda kalmak da ciddi bir başarıdır) süreç önemlidir sonuç kadar.... değiştiremediğimiz gerçeklerle de barışmayı, kabullenmeyi hoş görmeyi bilmek bünyeye iyi gelir... şikayet sarmallarından kurtarır insanı.. ferahlık verir...
Bir de tüm bu gerginlik ve huzursuzluk durumlarının vücut kimyamızda yarattığı değişiklikler var kiiii.. aman aman... ben de pek çoğunu yeni öğrendim... nasıl bir kısır döngü içine düşüyoruz... mutsuzluk bünyeyi nasıl mutsuz ve hastalıklara açık kılıyor... inanılmaz... farkında bile olmadan kişiliğimiz etkileniyor, vücudumuz deforme oluyor, beyin fonksiyonlarımız yavaşlıyor... gelsin daha daha olumsuzluklar ve mutsuzluk gerekçeleri...
FARKINDA OLMAK gerek önce... bir durup düşünmek... değişimi istemek... rahatlamak için ne gerekiyorsa yapmak.. öyle yada böyle bu negatif duygu durumundan kurtulmak gerekir...
İNANIN BANA ARKASI GÜZELLİKLERLE GELECEKTİR...
Bir deneyin bence... sevgiyle... :)
9 Şubat 2014 Pazar
Beslenme, Nutrition, Diyet; GERÇEKLER...
Önceki hafta dünyanın dört bir yanından beslenme otoritelerinin konuşmacı olduğu bir konferansı izledim... bazen şaşırarak, bazen "evet ya işte bu" duygularıyla kuşanarak... düşünerek...
Beslenme konusu çok uzun bir süredir gündemimdeydi... hem kendi diyet maceram, hem de etrafımda bu sorunla boğuşan sevdiklerim adına başlamıştı ilgim.. giderek daha derinleştikçe bilgim, ilgim daha da arttı... ne çok şey varmış meğer hiç de düşünmediğimiz üzerine...
Bir çok defa tartıştım... hem burada hem diyet bloğumda... kilo almak, basitçe "çok yemek yemek" değildi... asla... aynı şekilde kilo vermek de sadece az yemek olamazdı...
Neden; sorusunu sormak gerekiyordu en başta;
- Neden kilo alıyoruz?
- Bizi çok yemeğe yönelten nedir?
- Kilolarla neyin üzerini örtüyoruz?
Kilolarımız, duygu dünyamızla doğrudan ilişkili... çözemediğimiz sorunlar, ezildiğimiz sorumluluklar, kaçışlarımız bizi belli konfor gıdalarına yöneltiyor.. bu gıdaların verdiği geçici "mutluluk hissi" avutuyor bizi... sonrasında pişmanlıklar, "bir daha asla" lar olsa da... yine ve yeniden bunu yapıyoruz...
Duygu dünyamız metabolizmamızı da doğrudan etkiliyor.. stress, üzüntü, gerginlik; vücutta kortisol salınımını tetikleyerek yağlamayı arttırıyor... genetik kodlamamız gereği, bu durumlarda, olası panik ve kıtlık durumları için yedeklemek adına, metabolizma düşüyor...
Bir de İNFLAMASYON konusu var... şu anda bir çok nutrisyonistin gündeminde... tam gıda alerjisi olmasa da, belli gıdalara vücudun toleransı sorunlu.. bu gıdalar önce barsak cidarında inflamasyon yani reaksiyona neden oluyor.. sonrada farklı mekanizmalarla; sıkıntı hissi, yorgunluk, mutsuzluk ve depresyona kadar giden süreçleri tetikliyorlar... bunlar biyokimyasal olarak ispatlanmış gerçekler..
Bu suçlu gıdaların en yaygını ve en tehlikelisi ŞEKER... artık toksisitesi ispatlanmış... Şeker neler yapmıyor ki vücutta:
- Barsak florasını bozuyor patojen bakterilere yer açıyor
- Şekerle beslenen patojenler bizi daha da fazla şeker tüketmeye yönlendiriyor,
- Aşırı ve ani salınan insülin yağlanmaya neden oluyor,
- Dopaminerjik sistem üzerinden etki ederek kronik yorgunluk ve halsizlik yapıyor,
- Kanser hücrelerini doğrudan besleyerek mutlu ediyor,
- Vücudun hemen her yerinde inflamasyona neden olarak kilo vermeyi çokkk yavaşlatıyor
- Bir çok organın dolaşımını bozarak fonksiyon bozukluklarına neden oluyor...
Başta şeker olmak üzere, vücudumuzda bu inflamasyon tepkisine neden olan gıdaları fark etmek için VÜCUDUN TEPKİLERİNİ DİNLEMEK VE İZLEMEK gerekiyor... bazen yediğimizde şişkinlikle başlayan barsak sorunları, gaz oluşturanlar, sonrasında halsizlik, yorgunluk, enerji düşüklüğü yapanlar, başağrısı, hafif kızarıklıklar oluşturanlar işte bu toksik gıdalar... onları beslenmemizden çıkarınca olacaklar mucizevi gerçekten.. hem çok daha sağlıklı, keyifli oluyoruz hem de kolaylıkla gidiyor kilolar...
Beslenme şeklindeki olumlu değişikliklerin bir çok hastalığı doğrudan tedavi ettiği artık biliniyor... günümüzde hastalıkların tedavi araştırmalarını daha çok büyük ilaç firmaları finanse ettiği için... tedaviler de maalesef yaygın olarak sadece ilaçlarla oluyor... oysa besinler de birer ilaç... yada beslenme planı başlı başına bir tedavi planı.. ama bu bilinç maalesef yaygınlaşamıyor... fonlayan kimse yok... ÇOK ÖNEMLİ... Beslenme konusunda FARKINDALIK VE ÖZEN, ne yediğimiz, yiyeceklerimizin sağlıklı olduğundan emin olmak, vücudumuzun tepkilerine göre yemek önemli...
Teknoloji çılgınlığı ile birlikte giderek artan kimyasal katkılı gıdalar, genetiği ile oynanmış (GMO) besinler, antibiyotik yüklü hayvansal gıdalar, mısır şurubu ve şeker yüklü aldatıcı hazır yiyecekler, ve dahaları... yediğimiz her molekül vücudumuzda bir hücrenin parçası oluyor... farkında olmadan aldığımız onca yabancı madde vücudu hırpalıyor ve hastalık ortamları oluşturuyor...
Doğal ortamlardan gelen gıdalar, sağlıklı besinler vücudu dingin ve huzurlu kılıyor.. ve bu huzur hayatın her alanına doğrudan yansıyor...
Düşünmeye ve denemeye değer bence... sevgiyle
Beslenme konusu çok uzun bir süredir gündemimdeydi... hem kendi diyet maceram, hem de etrafımda bu sorunla boğuşan sevdiklerim adına başlamıştı ilgim.. giderek daha derinleştikçe bilgim, ilgim daha da arttı... ne çok şey varmış meğer hiç de düşünmediğimiz üzerine...
Bir çok defa tartıştım... hem burada hem diyet bloğumda... kilo almak, basitçe "çok yemek yemek" değildi... asla... aynı şekilde kilo vermek de sadece az yemek olamazdı...
Neden; sorusunu sormak gerekiyordu en başta;
- Neden kilo alıyoruz?
- Bizi çok yemeğe yönelten nedir?
- Kilolarla neyin üzerini örtüyoruz?
Kilolarımız, duygu dünyamızla doğrudan ilişkili... çözemediğimiz sorunlar, ezildiğimiz sorumluluklar, kaçışlarımız bizi belli konfor gıdalarına yöneltiyor.. bu gıdaların verdiği geçici "mutluluk hissi" avutuyor bizi... sonrasında pişmanlıklar, "bir daha asla" lar olsa da... yine ve yeniden bunu yapıyoruz...
Duygu dünyamız metabolizmamızı da doğrudan etkiliyor.. stress, üzüntü, gerginlik; vücutta kortisol salınımını tetikleyerek yağlamayı arttırıyor... genetik kodlamamız gereği, bu durumlarda, olası panik ve kıtlık durumları için yedeklemek adına, metabolizma düşüyor...
Bir de İNFLAMASYON konusu var... şu anda bir çok nutrisyonistin gündeminde... tam gıda alerjisi olmasa da, belli gıdalara vücudun toleransı sorunlu.. bu gıdalar önce barsak cidarında inflamasyon yani reaksiyona neden oluyor.. sonrada farklı mekanizmalarla; sıkıntı hissi, yorgunluk, mutsuzluk ve depresyona kadar giden süreçleri tetikliyorlar... bunlar biyokimyasal olarak ispatlanmış gerçekler..
Bu suçlu gıdaların en yaygını ve en tehlikelisi ŞEKER... artık toksisitesi ispatlanmış... Şeker neler yapmıyor ki vücutta:
- Barsak florasını bozuyor patojen bakterilere yer açıyor
- Şekerle beslenen patojenler bizi daha da fazla şeker tüketmeye yönlendiriyor,
- Aşırı ve ani salınan insülin yağlanmaya neden oluyor,
- Dopaminerjik sistem üzerinden etki ederek kronik yorgunluk ve halsizlik yapıyor,
- Kanser hücrelerini doğrudan besleyerek mutlu ediyor,
- Vücudun hemen her yerinde inflamasyona neden olarak kilo vermeyi çokkk yavaşlatıyor
- Bir çok organın dolaşımını bozarak fonksiyon bozukluklarına neden oluyor...
Başta şeker olmak üzere, vücudumuzda bu inflamasyon tepkisine neden olan gıdaları fark etmek için VÜCUDUN TEPKİLERİNİ DİNLEMEK VE İZLEMEK gerekiyor... bazen yediğimizde şişkinlikle başlayan barsak sorunları, gaz oluşturanlar, sonrasında halsizlik, yorgunluk, enerji düşüklüğü yapanlar, başağrısı, hafif kızarıklıklar oluşturanlar işte bu toksik gıdalar... onları beslenmemizden çıkarınca olacaklar mucizevi gerçekten.. hem çok daha sağlıklı, keyifli oluyoruz hem de kolaylıkla gidiyor kilolar...
Beslenme şeklindeki olumlu değişikliklerin bir çok hastalığı doğrudan tedavi ettiği artık biliniyor... günümüzde hastalıkların tedavi araştırmalarını daha çok büyük ilaç firmaları finanse ettiği için... tedaviler de maalesef yaygın olarak sadece ilaçlarla oluyor... oysa besinler de birer ilaç... yada beslenme planı başlı başına bir tedavi planı.. ama bu bilinç maalesef yaygınlaşamıyor... fonlayan kimse yok... ÇOK ÖNEMLİ... Beslenme konusunda FARKINDALIK VE ÖZEN, ne yediğimiz, yiyeceklerimizin sağlıklı olduğundan emin olmak, vücudumuzun tepkilerine göre yemek önemli...
Teknoloji çılgınlığı ile birlikte giderek artan kimyasal katkılı gıdalar, genetiği ile oynanmış (GMO) besinler, antibiyotik yüklü hayvansal gıdalar, mısır şurubu ve şeker yüklü aldatıcı hazır yiyecekler, ve dahaları... yediğimiz her molekül vücudumuzda bir hücrenin parçası oluyor... farkında olmadan aldığımız onca yabancı madde vücudu hırpalıyor ve hastalık ortamları oluşturuyor...
Doğal ortamlardan gelen gıdalar, sağlıklı besinler vücudu dingin ve huzurlu kılıyor.. ve bu huzur hayatın her alanına doğrudan yansıyor...
Düşünmeye ve denemeye değer bence... sevgiyle
6 Şubat 2014 Perşembe
İstemek yeter bazen...
Naif cılız bir sesti yakarışı
Dikenliyim ben, bulaşma derken
Olmaz imkansız derken
Yardım et diyordu derinden...
Yapabileceğine inanmak
Pes dememek hayata
Yenik omuzlarla başlamamak güne
Mümkün müydü gerçekten?
Gözlerdeki pırıltıyı geri almak,
Soğumuş yüreğinin buzullarından çıkıp
Ilık sabahların taze kokusuna merhaba yeniden
Mümkün müydü gerçekten?
"Kaybedenler kulübü" üyeliğini askıya alıp
kolları sıvayıp,
"hayat sana yenilmeyeceğim" yollarında olmak,
Mümkün müydü...
Yeniden sevebilmek,
Yeniden inanmak kendine,
Yeniden yürek coşturarak çocuksu düşlerde..
Yeniden "budur" diyebilmek,
Mümkün müydü..
Neden olmasın ki...
Her şey yapılabilir
Vazgeçmeden
Küsmeden
Küstürmeden
Sadece İSTEMEK yeter bazen
İmkansızlar, olmazlar, mümkünsüzlere inat..
Yüzünde yeni doğan gün ışığıyla
Yüreğinde baharı hissederek
"Yeniden" cesaretleri kuşanarak..
Hele yola çık da bak...
İstemek yeterli bazen....
Dikenliyim ben, bulaşma derken
Olmaz imkansız derken
Yardım et diyordu derinden...
Yapabileceğine inanmak
Pes dememek hayata
Yenik omuzlarla başlamamak güne
Mümkün müydü gerçekten?
Gözlerdeki pırıltıyı geri almak,
Soğumuş yüreğinin buzullarından çıkıp
Ilık sabahların taze kokusuna merhaba yeniden
Mümkün müydü gerçekten?
"Kaybedenler kulübü" üyeliğini askıya alıp
kolları sıvayıp,
"hayat sana yenilmeyeceğim" yollarında olmak,
Mümkün müydü...
Yeniden sevebilmek,
Yeniden inanmak kendine,
Yeniden yürek coşturarak çocuksu düşlerde..
Yeniden "budur" diyebilmek,
Mümkün müydü..
Neden olmasın ki...
Her şey yapılabilir
Vazgeçmeden
Küsmeden
Küstürmeden
Sadece İSTEMEK yeter bazen
İmkansızlar, olmazlar, mümkünsüzlere inat..
Yüzünde yeni doğan gün ışığıyla
Yüreğinde baharı hissederek
"Yeniden" cesaretleri kuşanarak..
Hele yola çık da bak...
İstemek yeterli bazen....
26 Ocak 2014 Pazar
Küçük Ayrıksı Mavi Arı
Küçük ayrıksı mavi arı
Kurmuştu kendi kuytu kovanını
Uzak duran diğerleri
Bakıp bakıp dudak bükenleri
O sadece biraz farklıydı...
Çiçeklerle avunurdu zaman zaman
Çiçeklerin koynuna sığınırdı
Oysa rengi aslında,
Maviye olan sevdasındandı..
Küçük ayrıksı mavi arı
Bir gün diyordu,
Elbet bir gün..
Tüm dünyası masmavi olacaktı
Ve o, sevdasının yollarındaydı...
Kurmuştu kendi kuytu kovanını
Uzak duran diğerleri
Bakıp bakıp dudak bükenleri
O sadece biraz farklıydı...
Çiçeklerle avunurdu zaman zaman
Çiçeklerin koynuna sığınırdı
Oysa rengi aslında,
Maviye olan sevdasındandı..
Küçük ayrıksı mavi arı
Bir gün diyordu,
Elbet bir gün..
Tüm dünyası masmavi olacaktı
Ve o, sevdasının yollarındaydı...
16 Ocak 2014 Perşembe
Konfor alanının dışında olmak... :)
Önce ürperir hafiften insan... sanki kabuğundan sıyrılmış gibi.. sanki sıcacık ana rahminden çıkıp, soğuk, karmaşık, bilinmez bir diyara düşmüş gibi... kollarını kavuşturur öylesine bilinçsiz... bakınır etrafına ürkek... tuhaf duygularla sarmalanır... titrek adımlarla devam eder sonrasına doğru...
İşte aynen öyledir konfor alanından çıkmak... hemen kaçıp o güvenli limanına, senelerdir sığındığı o korunaklı kalesine dönme isteği kaplar... belirsizliğin o ürküten heyecanına doğru yapılan ilk hamleden sonra... gerçekten böyle hisseder insan...
Hepimizin konfor alanları var... ailemiz, işimiz, özene bezene kurduğumuz düzenimiz, vazgeçemem dediğimiz alışkanlıklarımız, çok düşünmeden tekrarladığımız ezberlerimiz, öncesi sonrası belli günlerimiz... sığınıp asla değiştirmediklerimiz... aslında kendimizi bir yerde içine hapsettiğimiz, sıkıştığımız hatta boğulduğumuz günlük rutinlerimiz... ama değiştirmeye, değişmeye korktuklarımız... içinde kendimizi güvende hissettiğimiz tüm rollerimiz...
Konfor alanının dışı... bir adım ötemizden başlayan... "ah keşke"ler, "bir gün mutlaka"lar, "ben istemezmiyim" ler... daha binbir bahaneyle ötelediklerimiz... dilimizden düşürmediğimiz projelerimiz... hayaller, hayaller, hayaller... ve binlerce sonsuz gerekçeyle olanaksızlaştırdıklarımız... taammüden... olur olma olasılığı bile korkutur da olmazların peşine düşeriz.. tam saha konfor alanı koruması için...
Ancakkk... konfor alanında renklerin tonu silikleşir giderek.. önce pastel renkli olur... sonra çoğunlukla gri...içerisini renklendirmeye bile üşeniriz hatta... uzaktaki tüm renkler konfor alanının dışındadır çoğunlukla... ah bir cesaret uzanabilsek deriz.. ama korkular, endişeler, güvensizlik duygusu, statiko kaygısı vs vs vs.. bir türlü uzanamayız...
Bir yeter noktası vardır ya... bir miyad... bardağın taştığı son damla...ve işte... konfor alanının dışındasındır... ve o ilk duygular... ürkek, tedirgin, utangaç ve heyecanlı...
Sonrası mı... ne olsun... uzaktan göründüğü gibi... rengarenk... capcanlı... yeniden yaşadığını anlarsın...
Sadece cesaret... hadi ama bi gayret...
Sevgiyle...
İşte aynen öyledir konfor alanından çıkmak... hemen kaçıp o güvenli limanına, senelerdir sığındığı o korunaklı kalesine dönme isteği kaplar... belirsizliğin o ürküten heyecanına doğru yapılan ilk hamleden sonra... gerçekten böyle hisseder insan...
Hepimizin konfor alanları var... ailemiz, işimiz, özene bezene kurduğumuz düzenimiz, vazgeçemem dediğimiz alışkanlıklarımız, çok düşünmeden tekrarladığımız ezberlerimiz, öncesi sonrası belli günlerimiz... sığınıp asla değiştirmediklerimiz... aslında kendimizi bir yerde içine hapsettiğimiz, sıkıştığımız hatta boğulduğumuz günlük rutinlerimiz... ama değiştirmeye, değişmeye korktuklarımız... içinde kendimizi güvende hissettiğimiz tüm rollerimiz...
Konfor alanının dışı... bir adım ötemizden başlayan... "ah keşke"ler, "bir gün mutlaka"lar, "ben istemezmiyim" ler... daha binbir bahaneyle ötelediklerimiz... dilimizden düşürmediğimiz projelerimiz... hayaller, hayaller, hayaller... ve binlerce sonsuz gerekçeyle olanaksızlaştırdıklarımız... taammüden... olur olma olasılığı bile korkutur da olmazların peşine düşeriz.. tam saha konfor alanı koruması için...
Ancakkk... konfor alanında renklerin tonu silikleşir giderek.. önce pastel renkli olur... sonra çoğunlukla gri...içerisini renklendirmeye bile üşeniriz hatta... uzaktaki tüm renkler konfor alanının dışındadır çoğunlukla... ah bir cesaret uzanabilsek deriz.. ama korkular, endişeler, güvensizlik duygusu, statiko kaygısı vs vs vs.. bir türlü uzanamayız...
Bir yeter noktası vardır ya... bir miyad... bardağın taştığı son damla...ve işte... konfor alanının dışındasındır... ve o ilk duygular... ürkek, tedirgin, utangaç ve heyecanlı...
Sonrası mı... ne olsun... uzaktan göründüğü gibi... rengarenk... capcanlı... yeniden yaşadığını anlarsın...
Sadece cesaret... hadi ama bi gayret...
Sevgiyle...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)