29 Mart 2012 Perşembe

Çekim yasası... ya gerçekse.. :))

İnsan çevreden ne çağırırsa o gelirmiş... özellikle bir de ürkmeye başlarsa, o konuda hep olumsuzları çekermiş..odaklandıkça, işler daha fena terse sararmış....hatta bilinç altı ile evrene olumsuz mesajlar gönderip, tatsız bir frekans da bant yayını yapıp, olumsuzları peşpeşe davet edermiş... eyvah ki ne eyvah yani :))

Murpy kurallarından tekrarlamayı en çok sevdiğim " ekmeğin reçelli yüzü ipek halıya düşer" sözüdür.. halı ipekse yani, reçel ne yapar ne eder ona ulaşmanın bir yolunu bulur :)) aslında yukarıda ki hipotezle ne kadar paralel dimi... evet yaaa.... neye özensek başına bişi gelir... en olmayacak zaman da üstümüze çay damlar, çorabımız kaçar... dikkatle taşıdığımız kıymetli tabak elimizden kayar... randevu önemliyse mutlaka bir aksilik çıkar... en olmadık şeyleri en sevdiklerimize söyleyip incitiriz ... ne çok örnek vardır aslında...

Bu şekilde düşününce birden, gerçekten ürktüm aniden... ya gerçekten böyleyse.... yani aklımız, fikrimiz ve biz... bilinç altımız....bilinç üstümüz... korkular... eski kayıtlar.... istekler... güvenler güvensizlikler... eski yaşananlardan tortular....Tüm bunlar çaktırmadan yayın yapıyorlarsa evrene... bunlar yönetiyorsa hayatı... nasıl yani... bir de bumu çıktı :)))"

"İnsan artık düşüncelerini, aklını fikrini de mi kontrol etmeye çalışacak... bu da ne demek canım.... olur mu hiç..." geçti dimi içinizden... benim de ilk tepkilerim böyle oldu... ama sonra düşününce... bu zaten kendiliğinden oluyorsa... evrene bant yayını varsa... biz istesek te istemesek de, sansürleyebilir miyiz ki.. imkansız... sinyaller çekecek uygun frekanstaki sinyalleri...pek çok örnekte yaşamaktayız...

Peki iyi de ne yapacağız o halde....

Sorunun içinde çözümü de....

Doğru sinyaller gerekli  yani...Yayın yaptığımız frekansı değiştireceğiz....

Olumsuzlar frekansından yayın yapan duygular, kırıntılar, korkular .. işte siz koyun adını.... onları ya affetmek, ya terk etmek gerekiyormuş.. enerjileri olmazsa yayın yapamaz, başka olumsuzluk çekemezlermiş... yani işe ciddi bir temizlikle başlamak gerekiyor... aynı hard diski temizler gibi... Yüklüğü açıp, duygusal yüklü ne varsa elden geçirmek gerekiyor.. kolay gibi gelse de kulağa... inanın hiç kolay değil... önünüzde üç büyük yığın oluşuyor. Affedilecekler, onarılacaklar, atılacaklar...

Geçmiş kırıntılar.. bunlar için çoğunlukla yapılacak pek bişi yok... atamıyorsunuz da bir parçanız bir şekilde.. o halde onları affedip, olanlarla barışıp, "yanlıştı, yanlıştı" diye bağırmalarını önlemek gerekiyor. her ne ise... geçmişte kalmalı artık.. hatası ile sevap ile.. yerli yerinde.. mezarında... enerjisi bitmeli.. toprağa geçmeli....

Atılacaklar...
Lüzumsuz taşıdığımız duygusal yükler, yersiz kaygılar...artık hiç gereği de olmayan mevzular... acilen atılacak olanlar...

Onarılacaklar... işte üstüne çalışmamız gereken de bunlar.... yeni bakış yeni yorum ihtiyacında olan konular...ezber bozmamız gerekenler... yüzleşmemiz gerekenler... uğraşmamız gerekenler... ne istiyorumlu, nasıl iyi hissederimli cümleler kurarak başlamak gereken... sonra da bunlara gerçeklik kazandırma süreçleri... olmayacak, düzelmeyecek yapamayacağım ile biten her şeyi reddederek, sadece farklı yaklaşarak çözebileceklerimiz.... olumsuzlama yükleyerek değil de... küçük adımlarla her kazanımın keyfini çıkaracağımız keyifli bir yolculuk aslında bu... bu da başta çok zor görülse de kolay olanı....

İnanın sadece küçük adımları ve her kazanımı önemsersek, olumsuz enerjiyi yok ederiz..

Uzanıp almak gerekli bazen sadece...

İşte bu yüklük temizliği sonrasında, artık yayın bandı değişmiş olacaktır. Biz olumlu gelişmelerle sevinirken... olumlu bantta yayın yapan kişiler ve olayların çekim alanındayızdır artık. Hayatımızda olumsuzlar olumlularla yer değiştirecektir.... bir çok şey peşpeşe tam zamanında gerçekleşecektir. Biz olumsuz odağımızı boşalttıkça, kendimizden memnun olmaya başladıkça... memnunluklar bize gelmek için yarışacaktır. Bu frekansta yayın gücü arttıkça çekim gücü de artacaktır...

Bu düşünceye giderek inanmaya başladım gerçekten... "Tam zamanında" dediğim şeyleri yaşadıkça... ya da bu konuda farkındalığımı arttıkça olanları gördükçe... inanılmaz gelse de öyle... yaşanılan şeylerin birer tesadüf yada kader olmasından daha akılcı da geldi bana bu açıklamalar..

Deneyin derim... hem ne kaybedersiniz ki???

Sevgiyle :)))

27 Mart 2012 Salı

SANDALIM VE BEN


İÇİMİ AÇTIM GÜNE.... 
İÇİM IŞILDADI, İÇİM GÜLDÜ.... 
DEDİM Kİ YENİDEN BEN OLDUM..... 
BURADAYIM,..
İÇİMDE KAHKAHALAR SEBEPSİZ..... 
KENDİME ANLATSAM ANLAYAMAM...... 
BİR MUTLULUK YÜKLEDİM YENİ GÜNE..... 
HADİ BURADAYIM DEDİM....GELEN GÜN.... 
TANIDINMI BENİ..
BEN VE YÜREĞİM BURADAYIZ..... 
YA SEN NEREDESİN.. 
KISMA GÖZLERİNİ.... 
YOK YOK ÖYLE BAKMA.... 
EVET BENİM VE BURADAYIM. GÜLÜYORUM... 
NİHAYET DIŞARIDAYIM, BEN GİBİ....... 
BİR DE ANLATASIM VAR Kİ......

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ DİYE Mİ BAŞLAR BÜTÜN MASALLAR.... 
YİNE ÖYLE BAŞLAMIŞTI ..... 
DELİ BEN, ÇOCUK BEN.... 
HEPSİ BEN Dİ....
BENLER HENÜZ AYRIŞMAMIŞTI... 
ÇOCUKTUM, AKILLI VE DELİ VE HATTA YAŞLI, AYNI ANDA...... 
ÖYLE DEĞİLMİYDİK HEP DAHA HAYATIN BAŞINDA...... 
İŞTE ÖYLE... GEL OLDU GİT OLDU ZAMAN....
KARIŞTI KARIŞTIRDI, SAVRULDU ORAYA BURAYA... 
ACIDI.... ACIDIKÇA BİR DAHA ASLA'LARDAN KAT KAT OLDU.... 
KABUK OLDU BİR DAHA VE BİR DAHA.... 
KABUK OLDU DUVAR OLDU...
ARTIK ACIMIYORDU İÇİ... 

ÖNCE HİSSETMEDİ.... 
SONRA HİSSEDEMEDİ.... 
DAHA SONRA HİSSETMEYİ UNUTTU.... 
ÇOCUK ÜŞÜDÜ, DELİ SAKLANDI...... 
BİR BEN KALDI....
BEN ŞAŞIRDI, ÜŞÜDÜ, AĞLADI...... 
KATI OLDU..... 
ÖRDÜ ÖRDÜ DUVAR OLDU. 
DUVARDAN SESLER GELİYORDU.... 
ÇOCUK İÇERDE KAPALI, UNUTULMUŞ, SUSKUN.... 

HİÇBİRİNİ DUYMUYORDU... 
DUYGULAR TIKALI... 
BİR GÜN ANİDEN ÖNCE DUR,
SONRA GİT GELDİ...
VE GİTTİ......
VE YANINA BİR ANLAM ALDI..... 
KENDİNİ.... 
KAYIĞINA BİNDİ...... AÇILDI... 
DENİZLERİN KOYNUNA BIRAKTI KENDİNİ... 
RUHUNU VERDİ DENİZE... 
BİR CENİN GİBİ UZANDI KAYIĞININ İÇİNDE... 
UYUDU UYUDU... 
RÜYA DENİZLERİNDE DOLAŞTI, 
HAYAL FIRTINALARI İLE BOĞUŞTU... 
UYUDU UYUDU... 
UYANDIĞINDA GÜNEŞ DOĞUYORDU.... 
SAKİN SULARDA, SAKİN BİR KIYIDAYDI... 
RUHU GİBİ HUZURLUYDU BU YER... 
SANDALINDA DOĞRULDU, 
YENİ DOĞAN GÜNE BAKTI... 
ANLAMI BUYDU...
UYANDI.... 
DOĞAN GÜNE DÖNDÜ YÜZÜNÜ, 
YÜREĞİ ISINDI.. 
SONRA AKŞAM OLDU.... 
GÜN AYA DÖNDÜ... 
ÜŞÜDÜ..... 
NE YAPMALIYDI, KİMDİ O ... 
KAYBETMİŞTİ BİR YERLERDE......
BEKLEDİ SABAHA KADAR..... 
AY TERKEDERKEN GECEYİ SEHER VAKTİ.... 
DÖNDÜ YÜZÜNÜ GÜNE..... 
AYDINLANDI YİNE İLK IŞIKLARLA..... 
BEKLEDİĞİ NEYDİ BİLMİYORDU..... 
GÜN YADA AY..... 
BEKLİYORDU AYAKTA, SANDALINDA, SAHİLİNDE ,SAKİN...
ORADAYDI.. .
SANDALINDAN KIYIYA YÜRÜDÜ..... 

SULAR DURULMUŞ.... HAVA ILIK..... SAHİLİ HUZURLUYDU.... 
İÇİME ÇEKTİM DENİZİN KOKUSUNU..... 
ETRAFA BAKTIM, GÜNAYDIN DEDİM SICACIK......
BEN BENİM İŞTE.... 
HERKES GİBİ.... 
FARKI VAR MI.... 
BEN BENLE BERABERİM YA SİZ..... 
FARK FARKINDALIKTA...
YENİ BİR AN.... 
YENİ BİR ZAMAN.... 
YİNE YENİDEN...... 
İŞTE YENİ BİR BEN...... 
GÜCÜM VAR MI BUNA....
KIYIDAYIM.... 
SANDALIM KENDİM VE BEN........ 

GİT GELDİMİ DURAMAM..... 
GİDERİM...... 
SESSİZLİK ANLATIR BENDEN SONRASINI...... 
GİT GELENE KADAR BURADAYIM... 
KIYIDA SANDALIM.... BEN  BURADAYIM

25 Mart 2012 Pazar

evettt... ve sonunda geldi bahar :)

Bugün erken uyandım....
Saatlerin ileri alınmasına inat, daha da erken.... pazar olmasına inat... daha daha erken :)))))
harika bir yürüyüşle pazar sabahında baharı soludum.....

Papatyalar... ballı babalar ve utangaç bahar dallarında sabırsız, aceleci minik yapraklar.....
Taşım taşım coştum... oleyyy diye diye, zıplaya hoplaya dolaştım Maçka parkında.... tüm benler dışarıdaydı... en uykucu, en tembel ben bile memnundu bahar sabahından... bu saatte hemen hemen kimsesiz olan parkta biz, yani tüm ben'ler kalabalık geziyorduk.... uyanmıştık... çiçeklenmiştik.... madem bu hafta aydınlık galip gelmişti karanlıklara... kutlama yapmalıydık... bizler... güneş çocukları olarak sokaklardaydık....baharı kutladık... hem de ne kutlama... görmeliydiniz....

Yavaş yavaş uyanırken şehir, biz de kutlamamızı bitirip dönmüştük bile... bahar yorgunluğu da neymiş... o hala kış uykusunda olanlara..biz uyandık.. baharı gördük... çiçek gezdirdik... güneşi sevindirdik....

hadi ama... uykucular... uyanın artık...

kış bitti... ruhumuzu bekledik... bedenleri dinlendirdik... uzun gecelerde hüzünlendik... şimdi yeniden aydınlığın zamanı... enerjimizi tazeledik... bahar temizliğini de bitirdik... açın kapılarınızı... kozanızdan çıkın artık... işte yepyeni bir yeniden zamanı....

hoşgeldin bahar... hoşgeldin ışık... hoşgeldin aydınlık....
Tam da zamanında yetiştin....
Bendekileri yeni bitirmiştim...
hoşgeldin.... hoşlar getirdin.... hoşgeldin... :))))

24 Mart 2012 Cumartesi

son kibrit çöplerim... son kızılderili ateşim..

nicedir....
bıkmadan defalarca...
ürksem de savaştım
karanlıklarla...
karanlıklara hiç dayanamam ya...
nicedir...
yaktım,
ışıklarımı bir bir...
yaktım,
bir ateş ve ışıkla bir....

en son cebimdeki kibrit çöplerim...
en son aydınlanan hayallerim..
titrek şimdi son ışığım.. son fer'im..
ışık oldum mu...
ne zamandır...
unuttum...

daha kaç çöp kaldı acaba...
ömrü ne kadardır son ışığımın.....
yaktım bir bir, ardı ardına...
karşı tepede ateş yakan
kızılderili gibi,
sabırla...
yaktım... ışık oldum,
karanlıklarda....
elimde kalan son ışığımla...
neden yaktım,
unuttum....

titrek ışıklı son kibritlerim ..
belki nafile titreyişlerim..
yakıyordum bir biri ardına...
nereden başlamıştım,
unuttum...

mevcudiyetimin isyanı susmuş...
son bir gayret,
artık beynim uyuşmuş ...
hiçliğin,
bir kaç kibrit çöpü uzağındayım....
son ışıklar ısıtmasa da...
üşümüştüm,
unuttum...

ve evet son çöpü de aldım....
yaktım...
baktım...
bitmişmiydi,
unuttum....

giderek soluklaşarak hayali.....
tutamıyorum akıp gideni...
olmadı işte, son kızılderili...
bak sonunda ateş de bitti...
akan neydi,
unuttum...

hatırladığım son anı sisli
oradamıydı...neydi?
önemlimiydi...
niye onca direnmiştim,
unuttum...

artık uyuyabilirim besbelli,
hoşçakal, son kızılderili...

22 Mart 2012 Perşembe

Yürek yürekte olsa da ....


Bu da farklı bir yazı... bir deneme, farklı tınılı...
Bir de böyle yazayım dedim.... :))

Arada yazacağım böyle yine.... öykü yolunu bulur, öykü olur mu... nereye akar bu değen yürekler... inanın bilmiyorum ben de... sadece okuduğum bir makaleden esin.... aşağıdakileri düşündüm.... birden böyle yazmak geldi içimden :)) ben de yazdım öylesine ....

Farklı denemeler, ya da aklıma gelenler... oradan buradan şeyler..
Benden olanların yanı sıra... sürçü laflar af fola :)

YÜREK YÜREKTE OLSA DA ....

Haydarpaşa'dan kalkan son trendeydi ....
Vagonun ıslak buğulanmış camına alnını dayayıp dışarıya, o soğuk puslu karanlık İstanbul akşamına baktı...baktı... dayanamadı....oturdu.... gözleri ıslak.... gidiyordu, gitmeliydi, gidecekti....

Söyleyememişti... tek bir kelime edememişti... nasıl anlatabilirdi....olmadığını, kaldıramadığını...bir süre uzak kalması gerektiğini... aslında tümüyle kendinden, ruhundan kaçtığını...nasıl anlatabilirdi... anlayacağını bilse de, elinden tutacağını yanında olacağını bilse de.... yapamazdı, yapmamıştı, yapmayacaktı... bu onun yalnız kavgası, yalnız yolculuğuydu... bir şekilde kendi sorumluydu ve kendi ödeyecekti... anlatamazdı... anlatsaydı olmazdı.. erkekti o... yapamazdı...

Yavaş yavaş hareketlenen trenin tık tık ları yüreğinin tık tık larına karışıyordu...ritim hızlanıyordu yüreğiyle bir.... yüreği acıyordu...hem de nasıl.... beyni uyuşmuştu, hem de nasıl.... ardına bakamamış, gidiyorum diyememiş, tüm sözlere kulaklarını tıkamış, sesini duymayı kendine yasaklamıştı... yüreği sıkışıyordu.. gecenin karanlığında, vagonun soğuk, soluk ışığında, utanmadan ağlıyordu... bedeni ağlıyor, bedeni ağrıyordu... çökmüş omuzlarını tuttu elleriyle, küçüldü o kocaman cüssesiyle... başı önünde..... ağlıyordu... her şeyiyle....

Sevmişti... hem de nasıl.... işte demişti.... hem de nasıl... ne uzun olmuştu böyle hissetmeyeli... hissetmeleri unutmuştu .. onunla o olmuştu.. sende kendimi temize çektim... iyi ki varsın demişti..bir anlam ise aranan... buydu...

Ah bir de doğru zaman olsaydı... son defayı... yüzünü ellerinin arasına aldığında gözlerindeki hüznü... unutabilir miydi... kahretmişti... çaresizdi... anlatamamıştı... anlatamazdı... anlatmayacaktı....

İstanbul.... yine bir trenle gelmişti bir gece vakti yüreği pır pır.... yine bir gece vakti kaçıyordu yüreği sıkışık....arası....buradan bakınca koca bir boşluk.... benliği, aşkı, sevdası, özlemi... geride.... yüreği yüreğinde.... gidiyordu bilinmeyene....

gözleri ıslak... bakamıyordu daha öteye... ağlıyordu....

********

Geceydi... uyuyamamıştı... kalktı....cama yasladı burnunu... dışarıya baktı, baktı....
Sonunda susmuştu sorular... nedensiz, cevapsız, sessiz yankılanan....

Susmuştu, konuşmuştu, sevmişti, haykırmıştı, ağlamış küfretmişti..... sadece sessizlikle suskunluk dönmüştü geriye.. bir duvar vardı.. elle tutulur gibi, gözle görünür gibi... kulaklarında da duvarlara çarparak büyüyen, dönen kelimeler.... içinde haykıran... cevapsız, boyunları bükük, sorular....

Aşamamıştı.... başaramamıştı... ulaşamamıştı.... yüreği duvarları atlayıp ulaşsa da ona, kendisi kıyısında kalmıştı....

Bir zerresine ulaşabilseydi.... dokunabilseydi... alıp çıkarmaz mıydı onu kör karanlıklardan... bir çınar olurdu yanında dimdik.... elini uzatıp tutmaz mıydı.... her nerede olsa da.... buradayım...varım, varsın, varız diye fısıldamaz mıydı kulağına..... dağınık savrulan parçalarını toplayıp bir bir.... yeniden var etmez miydi... kadındı o.... bu onun doğasında vardı...yapardı hem de nasıl...yaratırdı hem de nasıl...

Korkmazgil'in şiirinde ki gibi....yapmaz mıydı.... duvarları dağları aşmaz mıydı....

Baktı karanlık geceye... gözleri ıslak....
ulaşamamıştı... tekrar tekrar denese de anlatamamıştı.... anlaşılamamıştı....
ıssız kalmış, ırak kalmıştı... yaklaşmış ancak yakınlaşamamıştı...

Yüreğinin yüreğine dokunduğunu biliyordu....
Yüreğinin yüreğinde olduğunu da.... acı olan da buydu... içine koyan... sıradan değildi... hiç değildi hissettikleri...önemliydi... çok önemliydi, hem de nasıl....

Soğuktu dışarısı... üşüyor muydu.... üşümüştü yüreği biliyor muydu... sessiz isyanı vardı duyuyor muydu.....

Gözleri ıslaktı... bakamıyordu daha öteye.... ağlıyordu....

************




21 Mart 2012 Çarşamba

sözcüklerin heybesi....

Sözcüklerin cepleri, heybeleri vardır...hatta kilitli sandığı olan sözcük bile bulabilirsiniz kişisel tarihinizde....yüklüdür onlar... hemde ne çok...

Öğrendiklerimiz...öğretilenler....kelimelerimiz... giderek değişerek yüreklerde yol bulurlar...

Dokundukları anlarla bir bir farklılaşan... yeni çağrışımlar taşıyan kelimelerimiz .... bizdeki tercümeleri hiç aynı kalmaz....Her kelimenin bir de biz'cesi vardır..

Aynı senaryoyu...nasıl ki farklı farklı çekerse her yönetmen.... Her kelimenin anlamı da heybesinde ceplerinde, yaşanan anlarda, yaşanmışlıklarda saklıdır.. beyindeki, yürekteki yankılar... duyunca gözümüzün önünde beliren ilk resim... farklıdır....

Dinliyoruz... anladım diyoruz.... iyi de... anladığımız anlatılanın ne kadarıdır....
Algı bazen tümüyle farklı bile olabilir anlamdan...
Sevgi sözcüğünde kiminin yüreği pır pır ederken, kiminin canı acır...

Buradan bakınca işte....
Anlatılanlara rağmen..... anlaşılabilmek..... mucize gibi... mümkünsüz bir şekilde.. gibi yani..

Olsa olsa sezgilerle olabilir... ötesi mümkün müdür...

Anladım diyoruz... duydum yerine.... her kulakta aynı yankılansa da aynı kelime....ne anlamlar ve anlar doğuruyor beyin labirentlerinde....

Duyduklarımız... aldıklarımız.... algılarımız.... öyle farklı işte.....

Anladım diyebilmek...Vücut dili, ses tonu falan... henüz onlar değil bahsettiğim... sadece kelimeler ve ceplerinden dökülüverenler....

Bir yazıdan doğrudan okuduğumuz bir cümleden gelen.... sessizce buyur ettiğimiz kelimeler..... Savunmasız, art niyetsiz, sakin sessiz sözcükler.... ve yine onları kullanarak gezindiğimiz farklı düşler.....

Hele bir de ses, mimik, vücut dili, tarz, tonlama vs vs işin içine girince.... içinde, heybesinde taşıdıkları da artar zaten.. hem de nasıl...

Tüm bunlara karşın.... dinleyen ve anladım zanneden bizler...
Yada anlatan... anlatmaya çalışan... anlaşılmayı bekleyen bizler...
Bizler ve beklentilerimiz....

İçimdeki deli gülüyor kıkır kıkır.... diyor ki;
- daha çok beklersiniz............:)))

19 Mart 2012 Pazartesi

iyiyim.. güzelim... süperim... :)))

Bir süreden beri bu sözü sık sık tekrarlıyorum kendime....
Her sabah uyanıyorum... geriniyorum şöyle bir...

Ve daha yataktan kalkmadan, başlıyorum kendim kendime konuşmaya;

bugün yeni bir gün..
bundan sonraki hayatımın ilk günü ..
yepyeni bir gün ve geleceğim..
işte geleceğim bugünden başlıyarak uzanıyor önümde..
dün geride kaldı tümüyle... anıları beraberimde ...
ben onları taşırım itinayla ...
ama onların beni taşımasına, geleceğime el koymasına izin vermeyeceğim..
hayır,
hiçbir şey benden yada geleceğimden  çalamaz,
ben izin vermeden olmaz
evet bu yeni bir gün...
ve kalan sürem için ilk gün...
ben istediğim şekilde olacak ...
ve ben - iyiyim, güzelim, süperim :))
vallahi de öyleyim, billahi de öyleyim....
istediğim herşeyi yapabilirim... yeterki isteyeyim"    

diyorum.... veeee öyle bir enerjiyle doluyorum ki...
inanamazsınız.....

Önce kendiniz inanın diyorlar ya... işte aynen öyle....
Siz böyle hissederken, kim yada ne durabilirki karşınızda....
Bu cümleler ve özellikle o sözler.... jet yakıtı etkisi yapıyor bende.....
Heyyyytttttt oluyorum.....

Deneyin derim... ama içten deneyin... inanın önce siz...
O enerji o güç, nasıl da gelecektir peşi sıra inanamayacaksınız...

Vallahi.... iyiyiz, güzeliz, süperiz.... hem de hepimiz....:)))

18 Mart 2012 Pazar

Varmısın.....

Varmısın derse biri, birden..
Varım, buradayım demek....
Peki, varım ne demek
Yada..
Varmısın... bilememek.....
Hep kaçakta gizlenmek...


Sorarsa biri aniden... 
Hazırlıksız olsan da birden..
Peki ama varmıyım ben...
Varım ne demek gerçekten,
Ya varım diyememek, 
Yürekten...


Biri varmısın derse, aniden
panik yapma, öyle hemen...
tamam bekle..düşün önce..
varmısın.... bilemeyince...
parmak uçlarından başlayarak, gevşe..
bedeninin her hücresinde, 
varlığını hisset, dene...
düşler, istekler, gerekler
keşfet, ruhunu yakala...
hisset sisli anılarda
yüzleş bir bir duygularla...
hatırla...barış.. kabullen
var olmayı öğren yeniden...
korkma varım diyebilmekten...

Hadi ama, silkin hadi..
Oradasın, varsın, besbelli..
Bak kardelenler de becerdi...
Varmısın mı dedi biri.......cevaplamak gerek dimi :))


16 Mart 2012 Cuma

İşim, özel'im... ve denge

İşkolik....
Kısaca böyle tanımlanabilir belki....

Bu konuda yazmak için söz verdim bir arkadaşıma, benden daha işkolik olan... dahası varmı demeyin inanın var.. hayretler içindeyim... ama işkoliklik konusunda, ben bile su dökemem eline....

İş bağımlılığı... sorumluluklar.....bir yarış sanki....

O kadar kolay ki bu koşturmada....ıskalamak hayatı... herşeyi erteleye erteleye... zamanla... neleri ertelediğini, nelerden vazgeçtiğini bile unutmak... o tatları, hayat lezzetlerini.... unutuluyor... unutmak bilinçli seçim olmasa da farketmiyor... ıskalamış, ötelemiş gibi bile hissetmiyor insan... tuhaf bir zaman boyutunda yaşayarak, yaşamalarının hepsini vadedilmiş gelecek zamanlara bırakarak.... öylece devam ediyor... bakıyor ama görmüyor... duyuyor ama işitmiyor... hissediyor ama yüreğine dokunmuyor... öleeeeee sadece ucuca bir zamanlamayla zamanla yarışıyor... bir nehir... insan sürüklendiğini bile hissetmeden akıp gidiyor... zamansızlıklarda....

Oysa... evet oysa....
Keşke dememek için sonrasında...

Farketmelerin geç kalınmış son baharında.. o acı pişmanlık girdaplarında... kendini affetmeye uğraşmamak... ıskalanmış ve yaşanmışlıklar terazisinde borçlu kalmamak adına...

Anlar değerli...

Dün çoktan geçti... yarın mı... belki... şu an... eldeki...

Hissederek... fark ederek... kendimizi içinde görerek... anın tadını alarak... değerli olanlara hak ettikleri değeri vererek... zamanı daha rafine kullanarak... özelden çalmayarak... yapabilirsiniz....

Kendiliğinden olmuyor, uğraşmak gerek.... işkoliklik, başarı bağımlılığı, sadece olması gerekenlere ve dahasına odaklanma durumları, abartılmış sorumluluklar, sadece ben yapabilirimler, başkalarına güvenmeyenler, kendini daha ve daha için sürekli itekleyenler....

Sevgili dostlar... inanın anlıyorum... bilirim iyi bilirim... o yollardan geçtim... hangi ara o hale gelmiştim bilemiyordum... uykuda bile altyazı halinde işimdeydim... bu yayın ne zaman başlamıştı benden habersiz...ne zaman esir olmuştur bu kadar.... ama fark ettiğimde biraz şaşırdım... uğraştım...terapi gibi... yavaş yavaş becerdim... denge önemliydi.... dengeledim ve dengelendim... zamanla daha iyi anladım...olsun en azından şimdi becermiştim... hiç farketmeyedebilirdim dimi... :))


"Evet yaaa yaptım.... bedeli ne olursa olsun... istediğimi, içimden geleni.. başarımın tadı beni sarhoş edip başarı bağımlısı yapmadı... özelimden çalmadı... başarı plaketlerimin yanında kendi taktığım görünmez madalyalarım da var benim.. kendimi cesaretimle kutladığım... evet yaaaa... yaptımmmm... canıma değsin...." diyebilmek için..... şu andan itibaren... başlamak lazım...

Söylemesi kolay... ama yapmak zor... bilmezmiyim...ama değer emin olun.. kararlı olmak gerekiyor...hadi ama... gerçekten olabiliyor.. sadece deneyin yeter... arayın bulun içinizdeki çocuğu.. o bulacaktır doğru yolu...

Bu durum hemen de düzelmiyor ... her aşaması uğraş gerektiriyor... yeniden yürümeyi öğrenmek gibi, insan sendeliyor... yada yeniden görebilmek gibi, ışık başta göz kamaştırıyor.... beyin yeni tatları algılayamıyor... ama inanın sonra dengeler oturuyor.. yaşam ritim kazanıyor...

Evet ya diyor insan.. budur... vallahi budur....:))


14 Mart 2012 Çarşamba

Yarın dündü aslında ..



Ocak ayının son haftasıydı...
Seyretmiştim filmi, uzun çabalarımdan sonra...

SONSUZLUK VE BİR GÜN....

Etkilendim çok... düşündüm çok...
Öyle replikler vardı ki.... yakaladı, çaktı beni....

Filmdeki demelerden yola çıktım, kendi ıssızlığıma takıldım, ve tüm "ıssızlar" için... bir kaç satır karaladım... Sonradan öğrendim filmin yönetmeninin de o gün, benim bu satırları yazdığım gün öldüğünü.... Bilmiyordum....Güle güle Theo Angelopoulos.....
Senin için de yarın artık dün olmuştu.... huzurla uyu....


"Oysa,.....
Yarın artık bugündür….
Hatta o da bir anda
Dün olursa hiç şaşma…
Yarın dündü aslında….
Yarın ne kadar sürer Anna? "


SONSUZLUK ve BİR GÜN......... ISSIZLIK ve YARIN

Dilinde deniz tuzu tadı vardı....
Artık ne yemek ne de su …
Bu tat kalsın diye yarına….

Hatta yarından sonrasına...
Özlemek yetsin işte insana,
Peki,
Yarın ne kadar sürer Anna?

Neden farklı bir yarın olsun ayrıca
Sadece kendi ayak seslerini,
Duyacaksan orada
Ya da…..
Hayat bir sürgün gibi yaşanacaksa ….

Kendi dilinden kaçarcasına
“Neden anne”’lere cevap da yoksa
Neden diğer bir yarın,
Gereksin ki ayrıca
Ya da..
Sadece sen sana, yani yine sen sana
Sen seninle baş başa…
Yakınında, kıyısında, yamaçta,
Hep dışında kalarak diğerinin,
İtinayla…..

Hep eksik kelimelerin peşinde,
Her şey var mı o demenin içinde....
Peki,
Ya yoksa….....
Tam da buldum derken, tüm anlamı kaçmışsa…
Ve artık kimseler de kalmamışsa….
Sense gururla dimdik ve ayakta….
Bir marş gibi haykırarak, yürekli,
“Bana bir ben gerekli, her durumda yeterli”
Gerçekten yeterlimi acaba?

Yaralarını yalayarak kuytuda…
İçine akıtarak damla damla....
Elinin,
Tutunmak için aradığı el,
İşte diğer elin, bekliyor, orada….
Bağlanmak ve istemekten de ırak....
Paylaşmaksa alışkanlıklar kadar uzak...
Neden gereksin ki, bir diğeri ayrıca….
Paylaşmak ne demek Anna?

Sonsuzluk yada hiçlik
An ya da bir tek gün…
Issız bir dinginliğin koynunda,
Ömür ne kadar sürsün Anna?

Sevmek varmıdır Anna?
Sevmek, incinmek, çıplak,
Sevmek bir delilikse....
Sevmek ki ölümüne,
Elifi elifine.....
Yok bu normal olamaz....
Peki sevmek ne demek?
Yada
Sevgi için değil de,
Sevmek içinse sevmek.....
Yarın ne demek Anna?

İnsan neden bilmez ki sevmeyi Anna?
Sevmek, sevilmek, emek diye
Hep yarından öteye....
Yarın ne kadar sürer Anna?

Oysa,.....
Yarın artık bugündür….
Hatta o da bir anda
Dün olursa hiç şaşma…
Yarın dündü aslında….
Yarın ne kadar sürer Anna?…………………….
..............................................sema

12 Mart 2012 Pazartesi

Diyet diye diye sonunda... doğruyu buldum galiba :)) :))

Bol yokuşlu, çukurlu, stresli, sinirli bir yolculuktur şu kilo verme, diyet işleri... Ömrüm böyle geçti iyi bilirim.... Bir türlü "hah oldu" durumunda olamazsın....

Ne zaman şöyle keyif keyif bir yemek yesem ağız tadıyla,
"Vicdan" adlı o hanım elleri belinde bekler kapıda,
Gözlerimi kaçırır başımı eğerim utançla,
Zehir olur o güzelim yemek en müstesna anında.....

Zor iştir diyet gerçekten... insanın aklı sürekli yediği yemeğin kontrolünde olunca, yani yemek içmek aklından hiç çıkmayınca... maalesef daha da çok yemek ister bünye... an dersin ah... bir unutabilsem tümüyle....

Bir de ahkam keser ki insanlar.... oturup kalkıp çıldırırsın....

Bilsen de niyetler iyi... tüm sözler iyiliğin, sağlığın için...yine de batar iğnesi ... insanlar konuştukça daha bir üzülür, üzüldükçe daha bir yersin... bu kısır döngüyü kırmak için... uğraşırsın ... nafile çabalarsın....kilo verir verir yeniden alırsın....

Gerçekten... 3 sene öncesine kadar bu döngünün esiriydim.... diyetteyim diye diye.... kilo aldıkça aldım, giderek daha, giderek daha daha.... :))

3 sene önce artık dayanılmaz boyuttaydı halim...kırmızı alarm çalmaktaydı artık.. uçakta koltuklara sığamaz, emniyet kemerini bağlayamaz, ayak ayak üzerine atamaz durumdaydım... yok bu böyle gitmeyecekti... bir şeyler yapmalıydım....
1 hafta izin aldım... spora başladım.... feci durumdaydı kondisyonum... direndim...

Yeni bir enerji ve motivasyonla başladım... yine klasik yöntemlerimdi uyguladıklarım... ama bu defa biraz daha kararlıydım.... 12 kilo verdim.... Sonra özel hayatımda ki kargaşa sırasında, bunun 7 kilosunu geri aldım... hayır bu doğru yöntem değildi.. bir kere daha anladım....

2 sene önce.... bir "yeniden" yapmaya karar verdim... bu defa yöntemlerimi değiştirmiştim.... az yiyordum sadece.... evdeki alışverişi kontrol ederek...muzır şeyleri evde bulundurmayarak.. 11 kilo daha verdim... ama kolay gitmiyordu..... hala sıkıntılıydı... olmuyordu... zordu...

Ve geçen sene....  işimde de kullanabilmek için gittiğim "yaşam koçluğu" programı, sanırım en çok bana destek oldu...her anlamda... Teşekkürler Fatoş hanım..:))

Evet.. diyete değil.. neden yiyoruma fokuslanmak lazımdı...

Anladım ki... iç barış sağlanınca ötesi teferruat... yeme istediğini de, doyum merkezini de tetikleyen o duygusal git geller... artık o kadar farkındayım ki... gülümsüyorum kendimi buzdolabının önünde bulduğum zaman... bazen izin verip ödüllendiriyorum hatta kendimi... yiyorum evet... ama bu defa farklı... sonrasında "vicdan" hanım bile ses edemiyorum... suçlu değil mutlu bir ifade var yüzümde, kaçamak sonralarında.... taammüden, planlı, ödül gibi kaçmaklara bayılıyorum... tabii öncesinde haketmiş olmak kaydıyla.....

Bu şekilde, her şeyden yiyerek.. ciddi listeler ve kalori hesaplarından uzak... sadece açlığımı ve doyma hissimi izleyerek.... duygusal yemelerim de farkındalığımı arttırıp kontrol sağlayarak.... bir 22 kilo daha verdim son sene.... evet toplamda 38 kilo....ilk sene 5, ikinci sene 11 ve geçen sene 22 kilo... fena değil dimi :))

Geçen eylül de ameliyat olduğum için istediğim gibi spor da yapamadım.. biraz yatay çizdim... buna rağmen... kilom stabil kaldı.. bu ay yeniden kontrolü sıkılaştırdım... daha az izin verdim ekstralara....ve yeniden kilolar başladı gitmeye... ama yöntem aynı "FARKINDALIĞI KORUMA" ve "KENDİMLE BARIŞIK OLMA"... işte hepsi bu....

Bu konuda yazacağım zaman zaman.... hem önceki yaşadıklarımdan, hem de bundan sonrasından.... yani devamı daha sonraya :))  özellikle bu kendinle barışma meselesini anlatmalıyım... yine "bence" olanı tabiii....  aslında her yorum katkı sağlar eminim...
Ya sizce olanı... bunları da ben dinlemek isterim... sevgiyle kalın :))
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...