28 Aralık 2012 Cuma

Evrene sipariş... iyi de... ya olursa????

Yeni yıl arifesi...

Hani adettendir ya geçmiş gözden geçirilir... bir çeşit bahar temizliği... tazelenilir... dilekler dilenir yeni yıldan...

Ben geçen sene, 2012 den fazla birşey dilememiştim... önce demiştim uğurlayacağım 2011 i itinayla.... hayatımda yepyeni sayfalar açan, kendimi yeniden bulduğum yıldı 2011.... 2012 onun devamıydı aynı doğrultuda... bir farkla... evreni öyle sık hissettim ki yanımda... sanki en çılgın isteklerim oluyordu...

Bu deli bir duygu... düşünsenize... o an aklınızdan geçen her şeyin olabileceğini hissetmek... bir şeyleri isterken, dilerken ya da aklınızdan geçirirken bile nasıl bir sorumluluk yüklüyor insana... işte öyle tuhaf bir duygu durumundayım şu an... bu duygu bana 2012 hediyesi... olmayanların derinine baktığımda zaten olmayacağını biliyordum içten içe... ama içimden geçirerek ah olsa dediklerim... oldular... karmakarışık düşündüklerim daha da karıştılar... en olmazlar oldu, en duymazlar duydu... öyle sık yaşadım ki birilerinin benim aklıma düştüğü anda aramasını... şaşırtıcı, hatta ürkütücü...

Yeni yıldan ne isteyeceğim... ya şimdi istediğim olunca aslında bumuydu dersem??? anlık düşünceleri öyle dalgalanıyor ki insanın.. ruh haline paralel... öyle olunca da aklınızdan geçenler anlık köşeleriyle oluyor... tepkisel... o kadar radikal değişimlere hazırmıyım gerçekten.. ah olsa deyip olabileceğine inanmadıklarımdan korkmuyorum olmazlar nasılsa..... ama ya olabilecekler...

Aklım sana bir kontrol memuru mu lazım evrenle aramızda... yok canım daha neler...

Yok yok bunlar hormonal sanırım... okuyunca kim inanır bunlara... benden başka....

İyi de ne istiyorum ki ben...

Ay sıkıldım.. evren de işini yapsın artık... beni dinlemesin biraz... ne dileyeceğimi zaten şaşırdım... ne istediğimi bulmam lazım...

Hadi hayırlısı... sevgiler :))

25 Kasım 2012 Pazar

Ve deniz sadece gök mavi iken mavidir...

Kaç renktir mavi? her renk mavi mi?
Deniz mavi... gök mavi... iyi de... hangi mavi?

Bazen tonu değişir derin suların... fırtına öncesinde griden siyaha dönüverirken mavi..... ya da deli yağmurlar bulandırırsa kahverengi.... mavi hala orada mıdır?....

Işık değişmiştir bazen... gökyüzünün yüzü bile asıktır ya hani... bakar öyleeee... boz bulanık gri kahverengi.... peki nerede saklanır mavi?

En parlak sarılar.... çapkın kırmızılar... çılgın kavuniçi hareler.... neredeler?...

Bazen bir ucundan grileşince mavi... ne rengi kalır renklerin ebruli... ne de neşesi suların...

Uzanmak gerek uzanabildiğince uzağa.... geri çağırmak için renkleri...

Işığı bulup geri getirmek gerekir bazen... rüzgar istersin... hatta yeni fırtınalar... uzanıp sıçramak kolaylaşsın diye ışığa...

Bilirsin de aslında.... mavi ışıkta gizlidir... ve ışık senin baktığın yerdedir....
Ve bilirsin ki deniz sadece gök mavi iken mavidir....

Ve bilirsin ki.... ışığı asla kaybetmemek gerekir.... ve her durumda mavi içindedir...

Sevgiyle....




15 Kasım 2012 Perşembe

SU dan gelen enerji...

Döndüm geldim... kaç gün oldu... hala sürüyor... inanılmaz bir durum...

Sudan aldığım enerji... önceki yazıda da bahsettim.. yetmedi... bir daha anlatayım dedim... hele günler sonra hala hissettiklerim... bu dingin, huzurlu halim :) zorunluydum sanki tekrar yazıp anlatmaya :))))

Su üstünde hazırsınız... mapslar ağızda... BCD boşaltılmaya hazır... hayırlı dalışlar..... fıssss..... ve azaldıkça yelekteki hava.... giderek batıyorsunuz .... ve saniyeler sonra.... artık su ile kaplı dört yanınız... kısa bir yüzerlik dengelemesi.... başlıyorsunuz o sonsuz kütle içinde salınmaya....

İşte ne oluyorsa o anda oluyor.... su içimden geçiyor sanki..o büyük kütlenin enerjisi sarmalıyor beni... beni de içine alıyor yavaşça.... su gibi şeffaf oluyorum... öyle yoğun ki hissettiğim bu arınma ve bir olma hissi... tüm tarif çabaları eksik kalıyor... nasıl bir büyü... nasıl bir huzur... ağırbaşlı bir delilik.. çocuksu bir bilgelik... bakınıyorum her seferinde inanmaz gözlerle etrafa... sık sık kendimi yoklamam gerekiyor... rüyada değil buradayım....

Suya giripte sinirli, huzursuz, huysuz olan var mıdır bilemem... ama sanmam... bu öyle tuhaf ve kendiliğinden bir terapi ki... öncesi ve sonrasını siliyor... önce o an temizlenen... sonra önceden kalanlara geliyor sıra... ağırlıklar, takıntılar, gereksiz yükler atılıyor yavaş yavaş... suyun içinde nötr noktasında yavaşça gezinirken bedeniniz... ruhunuzun da hafiflediğini yüzerlik kazandığını hissediyorsunuz kendiliğinden :)) ...

Sonrası için tüm hücrelerinizde depolanıyor bu enerji... işte geldiğimden beri hala idare ediyor... öyle ki... su altından bakıyorum dünyaya... mavi filtre altında en keskin renkler yumuşuyor... batmıyor, acıtmıyor, sıkmıyor sivrilikler... tuhaf bir bilgelikle yaklaşıyorsunuz her şeye... sakin, olgun, bilgece... tam da suya yakışır şekilde.... başkalarına da oluyor mu bilemem... soracağım ilk fırsatta... ama benim tam da böyle hissettiklerim :))) mistik, ilahi bişiler var sanki sualtında... lirik bir ortam.. biraz da şakacı hatta... daha neler demeyin... vallahi aynen öyle :)))

Böyle hissetmeye bayılıyorum... sudan almışım enerjimi.... başa çıkabilirim her şeyle...

Sevgiyle :)))

6 Kasım 2012 Salı

Hayallerimin de ötesindeydi....

Kendime hatırlattım sık sık su altında.... hayır dedim, hayır düş değil bu... buradasın... bu büyülü dünyada.... bak bir de fotoğraf bile çekebiliyorsun... dalıyorsun.. bu sensin... GERÇEKTEN...

Bir mavi dünya.... derinler... suyun enerjisi, renklerin büyüsü, görselliğin şakası güzelliği... o inanılmaz armoni....Suyun dışında asla yan yana gelemez diye düşündüğümüz... birbirine gider gitmez diye tartıştığımız onca rengin... bu derin mavi içindeki şımarık tonları.. o uyum... o nefaset... o zarafet... o naif dünya...

Bakmaya doyamadım... bırakın anlatmayı.. ben henüz gelemedim bile... her gözümü kapadığımda o reef 'lerdeyim hala.. o mercan, bu mercan geziyorum.. aralarda balıklarla oynaşıyorum... aşağıdan bakıyorum tepeden yayılan ışıkta salınan binlerce objeye... öylece kalasım geliyor hala... saatlerce seyredesim... hiç yetmeyen dip sürelerinden dertliyim sadece... dahasını istiyor bünyem.. her çıkışta daha dahasını hem de... illaki devam... her koşulda... bu yoldayım bundan sonra... adım adım da olsa...

Öyle çok ki anlatacak şey... hangisini anlatayım.. ya da en doğrusu çok konuşmamak mı bu konuda..  ne kadar anlatsan eksik kalır bir tarafı... fotoğraflarım var... çocuk telaşlarımla çektiğim... 1600 den fazla basmışım deklanşöre 12 dalışta..:))).. bir kaçı çok özel olmuş.. kendim bile beğendim bu acemi halimle...sonra videolar Yusuf hocanın çektikleri.. iyi ki var onlar.. yoksa beynim kolayca diyebilir "hepsi birer ilizyon, abartma, düş gördün yine sen" :)))

Öyle bir enerjisi var ki o maviliklerin...dalışın ilk dakikalarında yakalıyor sizi... bütünleşiyorsunuz etrafla.. O akıl almaz armoninin bir parçası oluyorsunuz... öyle sık şükrettim ki.. bunları yaşayabildiğim için.. orada olduğum için... farkındalığım için... ben olduğum için... bakabildiğim, görebildiğim için... en çocuksu duygularımla zıplayıp dansettim suyun ahengiyle bir...

Su dünyasına hep daha yakın hissettim ben kendimi, su üstüne göre :))... nedensiz, tarifsiz, sorgusuz... o rengarenk düşsel ortamda... içimdeki renklerin tüm tonları sarmaladı beni... ben de mavi oldum en ebrulisinden... renklerim geldi.. renklerim taştı.. kocaman gözlerle baktım etrafa... oyun bahçesinde zamanı unutmuş bir çocuk gibi...

Tüm bu ihtişam, renk cümbüşü, bu senfoni.... bir de sessiz... bir de duru.... bir de sakin... telaşsız... hızla kaçan, uzaklaşan balıklar bile değiştirmiyor o huzur algısını... boşlukta salınır gibi.. yavaşlığın şahikasında dans... sadece bir nefes mesafesinde seyirler... telaş sadece gözler de... onun da derdi daha dahası... hangi yana baksa, sanki diğer yanda kalır gibi aklı.. diğer yanda atladıkları, kaçırdıkları... gözler herşeye değme, görebilme, bakabilme telaşında... beyin ise huzurlu... o teslim olmuş zaten taaa en başta... kaydediyor anında gözlerden akanları... ama o duygu asıl kaydettiği ve kocaman bir mutluluk.....

İşte böyle dostlar... ne çok şey gördüm... becerebildiğimce görselledim... reef dalışı, mercan dalışları, batık dalışı, gece dalışı derken 12 dalış oldu Sharm da... yüzlerce kare foto... video bile çektim Thistlegorm batığında... ama asıl olan hissettiklerim... şaşkınlıklarım, sevinçlerim, gözlerimi ıslatan mutlu hallerim...

En son dalışta... üç metre dekosunda suyla sohbetim... gönlümden taşan o koca "teşekkürüm"....

"Burada olduğum için, bunları yaşayabildiğim için, bakabildiğim, görebildim, hissedebildiğim için, ben olduğum için, fark edebildiğim için sonsuz teşekkürler evren sana"...... 

Gözlerim nemli çıktım son dalıştan yukarı... devam edeceğim dedim... ey su... bekle beni :))

Sevgiyle




23 Ekim 2012 Salı

Hayallerim gerçek oluyor :)))

Çok heyecanlıyım çokkk....

Bunca yıllık dalma ve sualtı fotoğraf çekme hayalleri bir bir gerçek olunca... bir de üstüne yarın başlayacak olan Kızıldeniz macerası eklenince... içimdeki kıpırtılar tarifsiz :))

30 ağustosda eğitim dalışları.. 15 sene öncesi dalışlardan arta kalanlar... üstüne 4 dalış ile sonunda brövem elimle... oleyyy artık mektepli oldum :)) çocuk gibiydim suyun altında... derinde, eğitimden arta kalan zamanlarda el çırptım, zıpladım, dans ettim hatta çaktırmadan... burada olmayı çok seviyorum dedim binlerce defa... öyle özlemişim ki... öyle iyi hissettim ki... öyle bütünleştim ki... her taraftan, bakışlarımın ısındığı her noktadan " merhaba, hoşgeldin, nihayet geldin..." sözlerini duyabiliyordum... ağzımda regülatör zor duruyordu kelebek tebessümlerim, sessiz kahkahalarımdan... aşağıdan su yüzeyine baktım... kumlara taşlara baktım.. usul usul incitmeden dokundum, okşadım... "hoşbuldum..." dedim binlerce defa... işte öyleydi derinliklerle kavuşma...

Sonra Bayramda ki Kızıldeniz programını öğrendim... lütfettiler benim gibi bir acemi de görebilsin diye o güzellikleri.. tabii gelebilirsin dediler... inanamadım.. gerçekmiydi gerçekten... "ama ben bu acemi halimle :)) vayyy beeee... bu benim hayalimden de öte..." dedim kendime...


Kızıldeniz'de yük olmamak için daha daha... birkaç dalış daha yapsam iyi olur diye düşündüm... ve Antalyada ki kongre öncesinde 3-4 günlük bir dalış molası planladım... bu arada arkadaşlarımın da yardımıyla fotoğraf makinesi bile edindim... Teşekkürler Mehmet ve Nerime... sayenizde ne diyeyim :))

İşte yine eş zamanlı olarak, tam da benim Kaş'a dalış deneyimimi arttırmak için gideceğim tarihler de Ateş Evirgen'in kaş ta bir " Sualtı Fotoğraf Atölyesi" organize ettiğini öğrendim... ben ki henüz cep telefonu dışında fotoğraf çekmemiş, acemi dalgıç ve acemi fotoğrafcı halimle.... haddim olmayan bu çalışmaya gitmek için Ateş Beyle de konuştum :)) o da tamam gel deyince, ben yine inanamayarak çocuklar gibi sevindim... öyle böyle değil...

Sonra Kaş... ilk dalışlar... ilk fotoğraf deneyimlerim... Ateş Beyden öğrendiklerim...Murat beyden dinlediklerim... sualtına da alışırken daha daha, bir de elimden geldiğince kadrajımda... yok böyle bir keyif... resmen define avı gibi.. her kuytuda, her tarafta, her kayada saklı bir cennet... denizin bana sundukları... öyle bir acemi şansı... ilk dalışta gördüğüm ahtapot, kocaman orfoz, tüplü kurtlar, caretta vs vs vs... sonrasında her dalışta farklı biri başrolde... becerebildiğimce fotoğrafladıklarım... tombul deniz yıldızım... benimle oyun oynayan küçük orfoz... bir kovukta önce kuyruğunu gördüğüm dev müren.. en naif zarif haliyle salınan deniz lalesi... ve daha niceleri... hele bir de beğenilince çektiğim acemi fotoğraflarım... vallahi dokunmayın keyfime... işte öyle :))

Yarın da sonunda Kızıldeniz... nasıl heyecanlanmam ben... dalgıçların Mekke sine yolculuk... ben 2 ay içinde nereden nereye... eğrisi doğrusuna mı dersiniz... çok istemiştin oldu mu dersiniz... evren enerjisi önünü açtı mı dersiniz...

Ve sonunda düşlerimdeki şey.. Kıızldeniz'de dalmak...

Dönünce anlatırım kalanını... Söz bol bol resimler ve izlenimlerle....
Sevgilerimle... iyi bayramlar hepinize :))


16 Ekim 2012 Salı

Yakından bakabilmek....

Çektiğim sualtı fotoğraflarını bilgisayarda büyütünce.... evet dedim... evet, bin defa evet.... her yakınlaştırma da yeni yeni görseller giriyor kareye.... gözün görse bile alamadığı... yakından bakmadıkça göremediği ne varsa... o minicik canlılar... gizli, masum, gururlu.... görebildiklerimiz ne kadar az aslında....

Yakından bakabilmek... ne kadar yakın bakabilir iki göz... ne kadarını alabilir fikir dünyamız... görüp de anlayamadıklarımız... baksak bile göremediklerimizin yanında.... bir de detaylarda saklı olan başkalıklar.... rengarenk.... ne çok şeyi kaçırıyoruz işte... yeterince yakından bakmadıkça....

Bakmak... görmek... algılamak....anlamak...

Ne kadar yakına bakabilir ki insan.... görmek için... ürkmeden... kaçmadan... yavaş yavaş... daha yakına... kaldırabilir miyiz onca yükü... hangi yürek... hangi dünya... varlarımızı zar zor taşırken biz... bir de onca yenileri... yormaz mı bünyeyi... yok saymanın kolaylığı yanında... koca koca bakarken bile görmeme becerisi gelişiverir kolaylıkla....

Yakına... daha yakına bakmak için cesaret gerek... gördüklerimiz... göreceklerimiz... görebileceklerimiz...

Hadi bir cesaret... daha yakına... kaçmadan... ürkmeden... kaçırmadan...

Rengarenk detaylarda öyle çok şey saklı ki... kendi iç detaylarımızda... dış dünyamızda... işte suyun atında... her yerde ve her şeyde.... yüzleşmek gerek... kabullenmek gerek... affetmek gerek...anlamak gerek.... ve sonunda zenginleşerek.... daha dahası için bakmak gerek... işte ondan sonrası tarifsiz bir lezzet.... tatmak gerek...

Ama önce bakmak gerek....

Sevgiyle :)

9 Ekim 2012 Salı

Ey hayat....sana yer bile açtım :))

Tamam bırakıyorum....
akışına...
Tamam zorlanma yok...
yokuşuna....
Kolay olmalı tamam...
kolayına...
Derin bir nefes alıp
Dalıyorum koynuna....

Tek tek hissederek
bendeki beni
Tek tek gevşettim
gerilmeleri
Tek tek affettim
başta kendimi...

Ey hayat... hazırım...
yerini açtım..
Bak derin bir nefes bile aldım...

Bir gülümseme yerleşti dudaklarıma...
Bir de yakıştı ki
hiç sorma...
Hazırım bak...
Aynen öyle...akışına...

Ey hayat....
şimdi sıra sana geldi...
Artık sahne senin...
biri hadi mi dedi? :))))




8 Ekim 2012 Pazartesi

Akışına bırakabilmek....

Güvenmek gerekir hayata bazen...
Yormadan, yorulmadan....
Zorlamadan, zorlanmadan...
Getirdiklerine, götürdüklerine,
Git gelmelerine, kal gelmelerine,
Vazgeçmelerine....bitmelerine,
Üstünü örtmeden, en çıplak halleriyle....
Akışına bırakabilmek gerek... bazen...

Sessiz bir vedalaşma...
Saygılı bir teslimiyet...
Virgül değil, nokta gerek...
Yürümek gerek..... bazen....

Geçmişin şefkatli kollarından sıyrılıp,
En hevesli cesaretinle kuşanıp,
En ihtişamlı halini bulup, çıkarıp,
Eskimiş yükleri külliyen bırakıp,
Ve kendini yeniden yanına alıp
Yaşamın akışına karışmak gerek.... bazen...

Bir döngüsü vardır hayatın,
Bir zamanı, olanla olacakların,
Ne önce ne de sonra...sadece akışına..
Gerek yok ki öyle zorlanmalara..
Zor olanda bir yanlış vardır.... bazen...

Gizli bir armonidir hayat...
Karıştığında sesler, düşler ve yaşanan...
Bir durup dinlemek gerek.... bazen...
Eş zamanlı tınılarda uyumu
Karışmış notalarda kaosu
Ritmi yakalamanın coşkusu
Hayatın ritmini bulmak gerek...
Akışına bırakabilmek gerek.... bazen...

30 Eylül 2012 Pazar

Sevgiyi söyleyebilmek...

Dudağımızın ucuna kadar gelir... yerli yersiz... bazen sessiz sessiz... bazen taşım taşım limitsiz... haykırmaya gönüllüyken yüreklerimiz... bir şey dur der... yeri mi şimdi... susarız...

Öyle çok şey söyleriz oysa yerli yersiz... ama sıra sevgiyi söylemeye geldi mi... zorlanıveririz...tutuklaşır, cimrileşir, ciddileşiriz...

Oysa sevgiyi söylemek de... sevildiğini hissetmekte... iyi gelir... hem de nasıl...

Bazen pişman olsak da... bazen yanlış anlaşılsak da... bazen kırılıp kullanılsak da... tüm bunlarda sevginin kabahati ne...

Her şeyi sevebilir insan.... insanı, hayvanı, çiçeği, böceği... taşı, toprağı, doğayı... her şeyi...

Sevdikçe çoğalır... içi zenginleşir... sevebilmek... bu bile bir marifettir kendi başına... bir ödüldür seven için... bir iç şölendir davullu zurnalı... bunu söylebilmekse... yürek işidir... ama güzeldir... öyle böyle değil...

Şimdi sırası değil der, bekleriz... canım biliyor zaten der, bekleriz... şımartmayalım, kendimizi kullandırmayalım durduk yere der, bekleriz...

Bir ömür geçer gider bekleriz... sonra... fark ederiz... çok geçtir artık...ne kadar içimize gömsek o kadar acıtır diyememiş olmak yeterince... ve artık istesek de söyleyemeyiz...

Sevgiyi söylemek... söyleyebilmek... zor olmamalı... içten geliverdiğinde... aklına düştüğünde... yüreğin ısındığında... deyivermek lazım... dudakları kilitlemek yerine...

O kadar çok şeyimiz var ki aslında... sevdiklerimiz etrafımızda... pencerenin önündeki menekşe bile daha bir şımarık açar sevildiğini hissettiğinde.... doğada dolaşırken sevdiğinizi söylerseniz ona... tüm enerjisi içinizden akar çağıl çağıl... bir olursunuz suyla, ağaçla, taşla.... çoğalırsınız tarifsiz... deneyin bakın...

Sevdiklerimiz... canlarımız... canım dediklerimiz.... gerçekten yeterince " seni seviyorum" demektemiyiz???

Sevgiyle.....

28 Eylül 2012 Cuma

En azından .... bazen...

Bazen diye başlayan,
Binlerce cümle kurulabilir...
Bazenle susan
cümleler gibi..
Bir yüreğim bilmez bu kelimeyi..
Bi sus bazen, bi sus yaa...
İlla sana konuşacak yerli yersiz..
İlla konuşacak bağıra çağıra...
Oysa bazen olunca bir şeylerin...
Arası huzur..arası dingin
Bazenli olsun senli cümleler
Bazenli olsun sensizleri de
ve sen de bazen ol biraz
ve sen de, en azından, biraz ol bazen
Bu ne işgaliyet sebepsiz
Bu ne gürültü sessiz
Bence sen de biraz ol, bazen
Bazen de... ol işte... ne bileyim ben....
En azından, biraz ol.... bazen..

Ezber söylemler... farkındalıklar... bildiğimizi zannettiklerimiz

Öğrenmek... doğumdan ölüme... farkına vararak.. ya da doğaçlama... aldıklarımız, algıladıklarımız, kopyaladıklarımız, sezdiklerim, hissettiklerimiz....

Beynimiz sürekli bir kayıt durumunda.... ne görse, ne duysa, neye dokunsa kaydediyor aslında... bilinç düzeyimizin çok üzerinde bir kayıt durumundayız kısaca...

Tüm bu kayıtlar arasında; isteyerek, dertlenerek, uğraşarak öğrendiklerimiz de var... sadece kaydedip kullandıklarımız da... doğru kabul ettiğimiz yanlışlar... ya da yanlış diye kaydedilmiş doğrular... dönüp bir daha düşünmediğimiz... öylece kabul edip biriktirdiklerimiz... bize yapışmış ezber söylemler bunlar... yeri geldimi ortaya çıkarıp kullandığımız dogmalar onlar... farkında bile değiliz nerede nasıl kaydedildiğinin... ah bu ezber söylemlerimiz..

İnsan şaşırıyor üstlerine düşüp irdelemeye başlayınca... "ya tabiii yaaaa" oluyor, farkına varıp o günkü aklıyla düşünmeye başlayınca.... farklı bir gözlük takınca, ya da farklı bir pencereden bakınca...

Bazen de reddettiğimiz kavramlar var... sıradan, günlük, beylik, amiyane laflar onlar... ama zaman içinde damıtılmış, denenmiş, yaşanmışlıklar bir çoğu... fark ediveriyoruz tam yerine geldiğinde... ya aslında tam da öyleymiş deyiveriyoruz kendimizden utanarak bazen de...

Tüm bu kopyaladıklarımız, ezber söylediklerimiz... oysa zaman zaman kendi kayıtlarımızı taramak lazım tarafsız... inandıklarımızı, sınırlarımızı, tabularımızı, korkularımızı, olmazlarımızı, olurlarımızı... bugünkü biz olarak... bugünkü düşün dünyamızla harmanlayarak... bugünden doğru yorumlayarak, irdeleyerek... görün bakın ne çok şeye farklı bakacaksınız... eşeleyip deşeledikçe... hayretle ve şaşkınlıkla sessiz çığlıklar bile atacaksınız... öyle çok şeyde var ki bu ön kabullerimiz... ezberlerimiz ve biz... :))

Benzer durumlar ilim bilim dünyasında da var....seneler önceki araştırmalara atıfda bulunup konuşuyoruz habire... dönüp bakmamışız çoğu defa...ezber söylemler olarak dönüp duruyor dillerde... çoğumuzun fikri var bilgi desteği yetersiz...üstüne düşüp düşünmemişiz ki hiç..

Son yıllarda " östrojen" konusunda, son günlerde "protein" konusunda dertlenip okudukça... yaşayıp uyguladıkça.... burada yeni gözlükler gerek diyorum... tıp dünyası ezber söylemlerden kurtulmalı... yeni soluk, yeni bakış, yeni araştırmalar gerekli... reddetmeden, zararlı demeden, neyin neden olduğuna yeniden bakmak gerekli bence...

Yazacağım östrojeni de, proteini de ayrı ayrı.... bence olanla beraber... okuyorum, araştırıyorum şimdilik.. ama yaşadıklarım öyle gerçek ki... bunları da söylemek lazım... bağırasım var mesela " her kadın östrojen kullanmayı hak eder" diye.... ya da " dengeli beslenmede önerilen protein miktarı daha yüksek oranda olmalı" diye... her iki konu da benim ihtisas alanımda değil, biliyorum... o nedenle habire okuyup, inceliyorum...

Yeniden östrojen kullanmaya başladıktan sonra fark ettiklerim.... protein yüksek beslenmeye başladığımda çok daha kolaylıkla kilo vermelerim... ve bugün hissettiklerim... tekmili birden anlatılmalı... bir misyon gibi oldu benim için...

Artık ezber söylemlere dayanamıyorum... başta da kendiminkilere...

Artık yeni şeyler söylemek lazım.... :)

Sevgiyle, güzellikler olsun hepimize....


25 Eylül 2012 Salı

Sonbahar... dur biraz ya... daha yapacaklarım var :))

Ebruli günlerde dolaştım son yaz günlerinde.... ama güz yerleşmeye başlayınca etrafa... içimdeki deli kız dedi - işte manifesto vakti... :)

Sonbahar bir dur ya... daha soğumasın öyle havalar... hayır teslim olmak yok hemen öyle... ben yine de inadına kısa kollu, inadına çorapsız, inadına yanık tenli olmaya kararlıyım bir süre..

Nasıl ki direnerek yakın gözlüğüne mağlup olmadım :)), nasıl ki yaş almaya değil yaş vermeye karar verip uyguladım son senelerde, nasıl ki içimdeki çocuğu taşır oldum her yere... işte yine öyle... hayır sonbahar, sana da öyle teslim olmaya niyetim yok hemen...

Kasım aylarını hiç sevmem nedense... aslında neden açık... giderek kararır gökyüzü... kısa, daha kısa olmaya başlar ya gün saatleri...grinin en hakim olduğu ay gibi gelir bana... gün ışığı sanki ölmeye yatar... arkası kıştır bir de bilirsin... giderek daha dahası da gelecektir...kışlıklar çıkar, renkler solar... tenim bile solar, kaybolur tendeki ışığı yaz aylarının, güneşin... ruhum bir battaniyenin altına kaçmak ister benden habersiz... işte bu Kasım'ı hiç sevemedim ben..

Bu sonbahar, ben Ekim ayına yükleyip ışığı yazdan kaçırdığım günleri yaşayacağım... dalmaya gideceğim mesela yine.. önce Kaş'a, sonra Kızıldeniz'e... güzün son ışıklarını orada yakalayacağım... ekim sonu dönerken gri şehrime, güneşi yanımda getireceğim... Kasım ve Aralık aylarına yetecek kadarını en azından :)...

Bu Kasım ruhumu üşütmeyeceğim... söz verdim kendime... Sonbahar; sen sıranı bekle bakalım... daha yapacaklarım var... ışığımı vermem sana :)))

Işığınız hiç kaybolmasın emi... Gri istanbul'u en renkli halleriyle görmeli...bakmayı bilmeli dimi  :))

Sevgiyle...

20 Eylül 2012 Perşembe

Bir efsanenin önünde...


Ne çok şey yazılabilir o muhteşem konser hakkında ...

78 yaşında bir efsane ozan o... Leonard Cohen... dün akşam İstanbul'daydı...

" Belki bir daha gelemem o nedenle elimizde ne varsa sizin bu gece" diye başladı konsere... 10 000 kişi dinleyici....31 şarkı söylemiş.. az önce yorumlardan öğrendim ben de...2 ayrı bis de 4 şarkı.. 3 saatten fazla sahnede kaldı... sanki tarihi anlar yaşıyorduk.. evet ya bunlar çok kıymetli, unutulmaz anlardı..

O lezzet, o beyefendilik, o zarafet... ve tüm ekipteki o üstün müzikalite ve sahneden yayılan o büyü... ve Cohen... yine Cohen... ilerlemiş yaşına rağmen.. artık sesi çıkmıyordur diyenlere rağmen... o feci trafik ve karmaşa yüzünden konserin gecikerek başlamasına rağmen onca saat sahnede kalan büyük Cohen... ayaktaydım konserin sonlarında... ayakta alkışladık hep birlikte... bir kere daha saygıyla ayakta alkışlıyorum gönülden...

Önceki gelişinde gidememiştim... iyi ki yine geldin istanbul'a Cohen... İyi ki ben de seni dinleyebilme ayrıcalığını yaşadım... o sıra dışı şarkıları, her biri nadide birer şiir olan o eserleri dinledim... iyi ki...

Abartılı showları değil, müziği ve şiiri hissetmek... sadece şarkılara konsantre olmak... mırıldanmak yavaşça... içine girmek şarkıların gürültüsüz... sakin... derin... işte tam da buydu hissettiklerim... teşekkür ederim... gerçekten :)

Daha nice yıllar olsun sana Leonardo, sağlıkla... umarım bir yerlerde bir defa daha dinleyebilirim... kim bilir belli mi olur :))

Sevgiyle büyük usta.... en derin saygılarımla birlikte....

18 Eylül 2012 Salı

Yolculuk vakti... uçma vakti yine...

Hani her şey zamanını bekler ya...
Hani her şeyin bir miadı vardır...
Hani her şey olması gerektiği zamanda olur ya...

İşte öyle galiba...
Artık çözmem lazım halatları :)) ... kendimi dinleme vakti... git gelmelerin bu kadar sık gelmesinden de belli... gitme vakti...

İçimdeki çocuk kıpır kıpır... sürekli bir "hadi ama" durumunda benimkiler... benim deli kız planları yapmaya başladı bile... detay detay... bir meşgul ki sormayın... gören de en çalışkanımız o sanır...

Bilirim ben bilirim benim delinin bu hallerini... dur durak bilmez... dinlemez ve duymaz... kaptırmıştır taşım taşım... bir heyecan ki sormayın... ta ki sıkılana kadar, ta ki darlanana kadar.... iyi sabretti bunca zaman aslında.... sıkılmıştı iyice....

Kaç senedir... değişim, gelişim, yeniden halleri, eskiye dönüş, zayıflama derken oyalandık hep birlikte... başarıyı da pek severiz hepimiz... işte idare ettik buraya kadar... ama işte o da bir yere kadar... çocukla bir oldu benim deli... hop oturup hop kalkıyor... hatta "oleyyyyy" karar verildi çığlıkları atıyor... hayaller kuruyor beni de katıp...

Ben mi.... evet ben de havaya girdim gibi sanki... bu değişiklik iyi gelecek bana da... biraz korkuyorum... biraz da temkinli... akılcı detaylarla uğraşmaya çalışarak gideceğim gibi sanki... yani yine yollardayız biz... deli ben, çocuk ben ve akil ben olarak hep birlikte... yolculuk iyice belirdi ufukta...

Aklımın dur dediği yerde duramadım ki hiç ben... hep de böyleydim dimi... işte bu da onlardan biri...

Evet net olan gerçekten... "Denemek istiyorum bunu"... bunca yıllık hayalim....

Her şeyiyle tam da zamanı sanki...

Miad dolmuş, zamanı gelmiş... hazırlanmalı yine... yolculuk vakti... kanatlanıp uçma vakti yine... hayırlısı diyelim dimi... sevgiyle... :)))


8 Eylül 2012 Cumartesi

Eskilerden bir şiir... "YOKLUĞUNLA SINAMA SEVGİMİ"


YOKLUĞUNLA SEVGİMİ SINAMA...

İçimde, taa derinimde
nasıl da acıyor sevda,

Parmak uçlarım hissettim sanıyor..
başım yaslanmış sanki göğsüne..
gözlerimin her baktığı yerde sen...
yüreğim her gördüğünü sana anlatma telaşında..
beynim bas bas bağırıyor;
"yokluğunla sevgimi sınama"
tenim uyuşmuş sanki beklemekten ayakta..
kulaklarım sesine kilitlenmiş..
dudaklarım mı... hiç sorma
sadece sana açılmaya kararlılar onlara kalsa..
her parçam ayrı ayrı yollarda
acıtıyor daha daha

Göğsümün sol tarafındaki yer 
sende kalan, kahretsin...
iyi bakacağına söz verdiğin...
"unutma" diye her defasında tembih ettiğin...
içim, çok derinim acıyor
özlem, tutku, hasret, sevda değil bu, 
tek başına..
hepsinden bir parça
hepsinden daha fazla
ve "unutma"diyen sesin 
çınlıyor kulağımda

Sevdam acıyor, anlıyor musun?
bir de "umudu üzme" dersin
sevda yoklukla sınanmaz ki
varlığında bu sevda ölür mü sanırsın
içim acıyor, yüreğim kanıyor
görsen dayanamazsın
kanla sulanmazsa sevdalar
ölürmü ki? korkarsın...

Canım acıyor, canım
sevdam acıyor, paramparça
kan da bitiyor aka aka
seni bitiriyor beni bitiriyor bizi bitiriyor
susuz kalıyor sevda
ve bitiyor 
acıta acıta...

Sevdam acıdan yorgun
direnemiyor eskisi gibi
yokluğuna alıştırma beni
işte öyle, sevgili
yokluğunla sınama sevgimi
.........




7 Eylül 2012 Cuma

Gün olur alır başımı giderim....


Nereye kadar...
İstediklerimizi demlendirmeden...
Akıl süzgecinde damıttıklarımızı bir de fikir süzgecinde eleyerek, istemeden....
Direnerek, yok sayarak....
Geçip giden zamana bakmadan....
Akil olmak adına....
Git gelmelerine hadi demeden...
Nereye kadar...

Oysa...
Akil olmaktan vazgeçip de...
Deli kızın türküsünü çığırmak varken bağıra çağıra....
Sonsuz zamanlarımız varmış sananlara inat...
Sevdaları bekleyebilir sananlara inat..
Zamanı sonsuz sananlara inat...
Akilliği savunanlara toptan inat...
Gün olup alıp başını gitmek var ya....

Var dimi sahiden....
Direnmelerden.... dur ya, bi dur diyenlerden....
Tüm bu zincirlerden....
Gün olup gidebilmek var ya....

Gün bugün mü acaba.....

6 Eylül 2012 Perşembe

Ebruli günlerdeyim yine.....

Uzun bir ara... ebruli günler... karmaşalarım.... duruladıklarım.... demlediklerim.... mavi sarı kırmızı... ebruli günler yaşamaktayım....

Yazasım var dedim dedim... bir türlü elim varmadı tuşlara.... değişkenim bu günlerde.... mevsim değişiyor gibi.... bana da mı sonbahar geldi ne...

Su altındaydım... derin mavide... özlemişim hem de nasıl... tek nefeslik telaşlı dokunuşlarla değil... sakin sessiz uzun uzun yaşadım derinlikleri... metrelerce suyun altından baktım yüzeye... yudum yudum aldım turkuazın mavinin her tonunu... bir şölen gibi... eski bir sevgiliye kavuşur gibi... bildik bir omuza yaslanır gibi... kucaklaştım öylesine.... seviyorum dedim hem de nasıl.... saygımı, sevgimi, özlemimi, coşkumu, hüznümü döktüm... anladı biliyorum... yüreğime dokundu usulca... öylesine oradaydım ben gibi... deniz oldum, su oldum, çocuk oldum yine... yeniden ben oldum tekrar tekrar...

Ben su altına aitmiyim neyim... belki de ondan karada bocalamalarım.... belkide ondan kırılganlıklarım... saçmalıklarım.... bıkkınlıklarım.... evet evet ben su altına ait olmalıyım....

Salınasım var yavaş yavaş... telaşsız sabahları özledim... yayıla yayıla kitap okuyasım.... uzun yürüyüşlere çıkasım... sulu boya yapasım var serin havalarda.... gün batımını keyifle ıslak seyredesim var.... yazasım var hatta taşım taşım.... saatlerce gün doğana kadar.... saatlerce okuyasım var.... sessiz sakin huzurlu... dingin....

Sanırım yine "git gelme" durumlarındayım... önceliklerim, önemsediklerim, önden gidenlerim..... sırayı yeniden dizesim var.... "elde olan bu andır" durumuna geçip... geçen anların kıymetini bilip.... yaşayasım var.... abartasım var bazı bazı... çılgınlık yapasım.... yada saatlerce susasım var.... başımı kaldırıp bakasım var hayata.... beklemiyor olduğunu göresim var.... bir trene son vagonundan da olsa atlayasım var.... gideceğim yeri bilemeden gidesim var....

ebruli günlerdeyim yine.... sürçü laflar affola.....

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Evrene teşekkürlerimle... :)))

Gün boyunca hava hep parçalı bulutlu, karışık rüzgarlıydı... benim havam gibi... kah güneş çıktı ısıttı... kah bulut geldi ürpertti, karıştırdı rüzgar ortalığı... bir tuhaf köşe kapmaca... kim kimden saklanıyor ki... gökte hepimize yetecek kadar mavi vardı aslında....

Akşam üstü terastaydım... hava sakinlemişti... gökte gün batımı renkleri... bulutlar huzur bulmuş gibi kuytularına çekilmişlerdi... rüzgar bile utangaç bir dokunuşla geziyordu ortalıkta... akşamın moru, lacisi, pembesi arasında.... bir hilal belirdi usulca.... gülümsedi hepimize....

Bir coşku kabararak içimde.... evrenle bütünleşmiştim yine.... gün boyu süren köşe kapmaca ve kargaşadan sonra.... nasılda dingindik hep birlikte....

Kocaman bir teşekkür taştı içimden.... doğrudan aktı evrene.... yine yetişmişti... tam zamanında... kuytularımı temizlemiş.... ekinlerimi sulamıştı usul usul... canlandığını hissettim bir şeylerin... iyiydim... iyiydi... iyiydik.... kalanı önemli mi... kalanı teferruat... gönlüm zenginleşti... aktı evrene... ve evrenden gelenlere teşekkür etti... hissederek dolu dolu... hatta gözlerim doldu... tuhaf gibi gelse de sizlere.... bu bir hediye... gerçekten hediye :)) of olsun yüreğime....

Umutlar üzülmesin... hiç üzülmesin diye... ektiklerinizi sulamayı unutmayın siz de:)) ya da güvenin evrene.... hissedin yeter... çocuk kalplerinizle... inanın o ne yapacağını bilir... hem de hiç beklemediğiniz şekilde :))

Ne yaparsanız yapın... umutları üzmeyin.... :))

Maviler yeter hepimize......

Sevgiyle.....

İtinayla....



Her gecenin bir sabahı 
Her dar tünelin ışıklı bir çıkışı 
Her kışın bir baharı olduğunu, 
Biliriz de
Bilmez gibi yaşarız

Oysa 
Bilerek başa çıkmalı karanlıklarla 
Yüreklerin elinden tutup 
Çıkartmalı aydınlıklara 
İtinayla 

Unutmadan 
Üşenmeden 
Gücenmeden hayata
İtinayla

İnanarak aydınlıklara
Işıktan korkmadan, sabırla
Geliverir hayatınıza bir anda
Kamaşmasın gözleriniz
Bakın ona
İtinayla

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Bayram sabahları... ben yaşadım... şanslıyım :)

Bayram havasındayım bugün... tatil havasında değilim ama :)

Bayramlaşmalar sürüyor geleneksel.... ama sonrası ne kadar geleneksel... ya da anlamı ne bu günlerin...

Çocukluğumun bayramları diye başlayınca söze... bir tuhaf hissediyorum kendim bile... sanki anlamlar da algılar da değişti... ne bekliyoruz... bilmem ki... değişmese iyimiydi... belki...

Bayramlarda çocuk gibi sevinirdim ben... en çocuk hallerimle :)) annem her durumda yeni giysiler hazırlardı bize.... sabah kalktığımızda hazır ütülenmiş bulurduk hep... onun hatırına babam namazdan dönmeden kalkıp hazırlanırdık yarı uykulu... o dönünce kahvaltı da hazır olurdu.... ya da aile yakınlarıyla birlikte olunurdu mutlaka.... bayramda birlikte olmak önemliydi... sıcacık... o ilk günleri... bayram sabahlarını... unutmak mümkünmü...

Nerede kaybettik bunu... bilen var mı... bayram artık izin yemeden tatil yapmanın bir başka yolu... evde olmak... yavaş saatlerde birbiri için zaman harcamak... anlamak, anlatmak, hissetmek, hissedilmek... bunlar için zaman yok gibi sanki... ya da "ne gerek var ki..."

Bizler şanslıydık bence... ben yaşadım biliyorum diyebilmek bile güzel... ama ya bizden sonrakiler... insan bilmediği bir şeyleri özleyebilir mi... sanmıyorum...

Bir dönemin sonu gibi... tıpkı o buruk reklam filmlerindeki gibi...

Belki de bu değişim normal... belki de ben yaşlandım... bilemem...

Ama tatil her zaman var... olabilir de... ama o sıcaklık.. özen... saygı.. sevgi yumağı olmak... aidiyet duygusu... içine almak, içini açmak... kabuksuz, kalkansız, olduğun gibi kabul gördüğün, seni en deli, en çocuk hallerinle kabul eden o ortam... çok değerliydi bence... o sıcaklık korunmalıydı... öğretilmeliydi bizden sonrakilere de... yerine de bir şey koyamadık ki zaten...

Kendimi dinozor gibi hissettim yine... ya da aykırı hep olduğu gibi... ama kıyamıyorum... her bayram arifesi ya da ilk bayram günü... böyle hissediyorum.... bunu paylaşayım dedim... benim gibi hisseden tüm dinozorlar için...

İyi bayramlar olsun... sevenlerinizi unutmayın... sevdiklerinizi de.... bayram iyi bir zaman bunun için.... uzaktan bile olsa....hatırlanmak da hatırlamak da güzel... bu keyfi kaçırmayın... :))

Sevgiyle :)





14 Ağustos 2012 Salı

Oyuncaklarımı hep kendim yaptım....

"Kaybetmek"...
En zorlandığım duygu durumudur diyebilirim....

Çocuktum... küçücüktüm... babamın, sanırım İtalyadan getirdiği bebek kaybolmuştu... sokakta unutmuştum... çok ağladım... çok üzüldüm.... içimi çeke çeke "ama o benim arkadaşımdı" dedim, salya sümük...

Altı üstü bir bebek dimi... ama işte gel de anlat bana... sonra bir daha hiç oyuncak bebek istemedim...

Hatta öyle pek fazla oyuncak da istemedim... çamur vardı, tahta vardı... ve çeşit çeşit malzeme... oyuncaklarımın çoğunu kendim yaptım.... kırılırsa, kaybolursa... yeniden yaptım...

Hayatımda vazgeçemeyeceğim şeyleri de istemedim... bir yanım bu bağlanmalardan hep kaçtı... içimdeki deli kız için, her durumda bir kapı hep aralık kalmalıydı...

Kaybetsem de önemli değil diyebilmeliydim... ya da ben kaybolduğumda aralık kapı vardı ya...

Kaybetmelerle barışamadı içim... bağlanmamayı seçti onun yerine....

Her durumda yokladım kendimi.... önce olmazını, bulmazını kabullendim... kabullenemediğime baştan uzanmadım....bunu hissettiğim anda ya da... vazgeçtim taaa başta...

"En kötüsü" dedim... en kötüsünü becerebilirsem yürüdüm... yoksa o yollara hiç gönüllü girmedim... kaybetmeyi kabullenemeyeceğim hemen hemen hiç bişi olmamasına uğraştım hayatımda.... bilinçli ya da bilinç altı... kendimi bildiğimden beri böyleydim...

Şimdiye kadar böyleydi... yani...

Ama artık zamanlar daraldı... istesen de istemesen de... bu duyguyla da barışma vakti geldi...

Anları biriktir diyor bir arkadaşım... "anlar yarat, anlar beze... onlar asla kaybolmazlar ki"... belki de... uğraşıyorum elimden geldiğince... ama yüreğim hala çok ürkek... ya yeterli gelmezse biriktirdiklerim... kime yeterli gelmiş ki...

işte öyle....

12 Ağustos 2012 Pazar

Bir büyü gibi.... İstanbul....

Boğazda büyülü bir yaz gecesi...

Gerçeklik utanmışta saklanmış sanki... olsa olsa gerçek üstü bir dünya.... bir lacivert deryada salınan cümbüş.... değişen renkleriyle köprünün şımarttığı, gökkuşağı bezeli sular.... bu renk paletinde dönen dalgalar.... sarı ışıklı bahçelerden suya akan hayatlar... etrafta silüetleri seçilen vakur yalılar... gecenin her tonu.... akıl almaz bir ışık oyunu...

Öylesi bir ilizyon ki yaşanan... göz alıyor... göz ayırmıyor... hatta göz inanamıyor...

Gözlerden dudaklara dökülen duygular çağıl... bu şehir... ah bu şehr'i İstanbul...

Böylece dolaştık tembel tembel saatlerce boğaz da... yudum yudum içilen yıllanmış bir şarap gibi... nazlı cilveli oynaştı durdu dalgalar... en çapkın renklerle boğazı boyarken ışıklar... üşütmeyen yaz esintisiyle tenlerde gezindi rüzgar....

Bu büyünün içine daldık tereddütsüz... bir kere daha aşık olma vaktiydi.. İstanbul'a....

Hele bu büyü... dostlukla.... arkadaşlıkla... samimiyetle... içtenlikle... o büyük aşkın... o büyük savaşın... o ayakta kalışın büyüsüyle harmanlanınca....

İnsan olmak adına, kadın olmak adına, adam olmak adına.... doğru kelime neydi.... saygı... yetmedi... sevgi yetmedi... özen... belki de... ya da hepsi bir işte...

İstanbulun ışığı hüzünlü gözlerdeki parlaklığı gölgeleyemedi... capcanlı... umutlu... gururlu... işte öyle bişi...

Nasıl anlatılır ki... iki beden, tek yürek bir sevda... bir diğeri için atan, gülen, direnen...her durumda ayakta... birlikte...

İstanbulun büyüsü, evrenin gücü yanınızda olsun....

Sevgi ırmağınız hep aksın emi....:) doğum günün kutlu olsun... :)


11 Ağustos 2012 Cumartesi

Kardelen....

KARDELEN
Bir kardelenim ben
kar olmadan
anlamsızım
kar olmazsa
şaşırırım


Ben bir kardelenim
gün ışığıdır hedefim
aydınlığı da pek bilmem
zor demeden
olmaz demeden
öyle bir kardelenim ben

Tembel ılık sabahları bilmem
kolay ışığı göremem
sonuçta bir kardelenim ben
kar olmazsa
anlamsızım
kar olmadan
şaşırırım
"kolay"ı hiç bilmedim ki ben
yapamam karlar olmadan
........


9 Ağustos 2012 Perşembe

Meraklı küçük balık.... anlayamamıştı....

Annesinin ardından tüm diğer balıklarla beraber, aynı ortak refleksle yüzüyordu derin maviliklerde...  hep birlikte dönülen her köşede... yem ararken büyük balıkların takibinde... kaçarken bir gölgeden çırpıntıdan peşlerinde... ama yüreğinde... ah yüreğinde...

Öylesine meraklar gizliyordu ki yüreğinde... anlatmaya bile çekiniyordu... küçük kırmızı balık... annesi ve diğer balıklarla olmuştu hep... onlar nereye, o da aynı yere... onlar yemlenirse yiyordu... onlar kaçıyorsa kaçıyor... diğerleri uyursa uyuyordu...

Her defasında... sürüde herkesin aynı anda yaptığı şeylerde... içinden "şu anda"... "tam da şu anda" geçiyordu... tam aksini yapsam....aksi yöne gitsem.. ben kaçmasam... daha sonra yem yesem... ve daha... ve daha..

Küçük meraklı balığın merakı artık içine sığmıyordu... taşım taşım...

Bir gün... sığ yerlerde dolaşıyorlardı... amma lezzetli şeyler vardı etrafta... bir de su da tuhaf bir aydınlık... suyun üzerinden gölgeler....sanki tuhaf bir balık var suyun dışında...o nereye gitse oraya bakan ...

O ne diye ölüyordu meraktan...

Meraklı olmak iyi değildir diyorlar... fazla merak balığı öldürür diyorlar... bir balığın başına ne gelirse meraktandır diyorlardı... ve küçük balık istediği soruları soramıyor, ya da yanıtlar yarım yamalak, hiç bir yere varmıyordu....

Sürü ne zaman sahile yaklaşsa... sığ kayalıklara gitse, merakla ve umutla bakıyordu suyun dışındaki o büyük balığa... o da hep ona bakıyordu sanki.... ama bir türlü buluşamıyorlardı...

Yukarısı farklı diyordu küçük balık... her şeyi farklı....

Tüm cesaretini toplayarak bilge balığa sordu..."bilge balık o ne, o suyun dışındaki"
Bilge balık; " aman uzak dur küçük balık, suyun dışı ölüm demek"
"peki ölüm ne demek"
"zamanla anlarsın küçük balık, yaşın daha küçük anlamak için"
"dışarıdaki ışık çok güzel, sıcaklık, meraktan ölüyorum"
"sakın ha, sakın.... gitme her gördüğün güzelin peşine"
"bir daha dönemezsin, kaybolursun, yem olursun, yemek olursun, ölürsün....."

Küçük balığa yetmemişti bu açıklamalar..... beraberinde kocaman bir "ama" ile geçmeye başladı günler.... artık sürünün en arkasından gidiyordu... her an kaçmaya hazır....sıra dışıydı...sürü dışıydı..orada ne işi vardı..

O belki de suyun dışına aitti... o ışığa.. o renklere... evet evet öyle olmalıyım dedi küçük balık....

Zamanla sürüde arkadan gelirken de arayı açmaya başladı.. bazen bu sonradan yetişmelere alıştı sürüdekiler... ve bir gün.... kararını verdi... sığ suya gitti... en sığ kayalığa kadar sokuldu... dışarıyı daha net görebiliyordu...

Başını çıkardı sudan.... hızla geri soktu... nefes alamamıştı... ama güzeldi etraf çok güzeldi...

Tam etrafa bakınırken... iki çıkıntı yaklaştı hızla... hopppp suyun dışındaydı.... etrafa bakındı sevinçle... sadece bir an... oradaydı... işte sonunda oradaydı... ama neler olurdu... nefesssssssss... suuuuuuuu.... coppp diye beyaz bir dünyaya bırakıldı... etrafında 3-4 farklı yarı baygın yaralı balıkla birlikteydi... küçücük bir beyaz kovuk.. kendi boyunun 2-3 katı kadar bir yer.. olsun su vardı ya... yüzmese de olur diyordu ama... birşeyler ters gidiyordu.... neden buradaydı.... neler oluyordu... diğerlerine baktı.. herkes kendi köşesinde yaralarıyla başbaşa idi.. daha çok dudaklar solungaçlar kanlıydı.. nasıl olmuştu bunlar anlayamamıştı... yüzmeyi denedi olmadı... salınmayı denedi.. olmadı... kıpırdamadan beklemeye başladı ... bekledi bekledi... sonra aniden kovuk hareketlendi... bir oraya bir buraya savruluyorlardı hep birlikte... daha sonra karanlık kötü kokan bir yere koydular onları... sallantı devam ediyordu... yanındaki balıklardan çoğu artık hareketsizdiler..

Küçük kırmızı balık dayandı dayandı.... sonra yine aydınlık... sonra yine sallantı... bir an durdular... sonra bir çıkıntı onu aldı... dışarıdaydı... dayanmazdı uzun... bir su sesi duydu akan... giderek yaklaşan... bir an sevindi suya tekrar kavuştu diye... sonra ani bir acı... son hissettiği de buydu... ama hala neler olduğunu anlayamamıştı....

6 Ağustos 2012 Pazartesi

rüya işte....

Küçük kırmızı balık uyandı... bu rüya olmalıydı dedi.... gerçek olamazdı zaten... neler de görmüştü öyle.... mehtabın suda ki hüzmesi gibi.... samanyolunun su altındaki devamı gibi... yolu yoluna karışmış gibi.... sanki yıllardır tanırmış gibi... bir söz tam da bittiği yerden yeniden başlamış gibi... bu nasıl bir rüyaysa... işte öyle

Etrafına bakındı küçük kırmızı balık... gerindi... yok canım daha neler diye söylendi... bir rüyaydı altı üstü... şimdi gerçek sanmanın alemi ne dedi kendine...

işine gücüne döndü... diğer balıklara katıldı... ama rüya hep aklındaydı...

Günlerce üst üste aynı rüyayı gördü küçük kırmızı balık... sanki sudan çıkmış gibi... sanki bir kuşun kanadına takılmış gibi... sanki ipek satenlere sarınmış, sanki latif çayırlarda salınmış, sanki gül bahçelerinde izinsiz dolaşmış gibi... uçtu gitti ışığa doğru... güneşi yakaladı sanki.... güneşi tutsak etti getirdi su altına sanki... ışık ve su gibiydi rüyasındaki kendi.... sanki olabilirmiş gibi... ya olabilirse bile dedi...

Her defasında uyandı rüyadan, gönlü ürkek... hadi canım, yok canım, daha neler diye diye... küçük kırmızı balık rüyayla dolaştı durdu...

ya sonra....

ne sonrası....

rüya işte.... rüyaydı ya zaten taaaa başta....

sevgiyle..... :)

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Bir yeri olmalı insanın

bir yeri olmalı insanın
kendini götürebileceği
bir limanı olmalı hatta
istediğinde
güvende olabileceği
güvende hissedeceği
hissettireceği
kaçabileceği.....

bir dalı olmalı insanın
dar zamanlarında
uzanabileceği
uzatabileceği....

yaprakları olmalı mesela
yaşanan sonbaharlarda
utanmadan sararacağı
baharda tomurcuklanıp
istediğinde çapkın yeşil salınacağı
rüzgarlara gönüllü bırakacağı
belirsizlik topraklarına karışacağı....

bir kökü olmalı insanın
en şiddetli fırtınalarda tutunacağı
en acımasız boyun eğişlerde bile direneceği
duruşunu koruyacağı, kollayacağı...

serin gölgeleri olmalı insanın
uzanıp efil efil
dinleneceği
dinlendireceği...

bir ağaç gibi olmalı insan mesela
en sıkışık ormanlarda bile ayakta
ya da ağacını gezdirebilmeli
çılgın okyanuslarda...

bir yeri olmalı insanın
bir ağaç gibi ayakta
bir yeri olmalı insanın
ben buyum diyeceği
bir duruşu olmalı insanın
budur diyeceği....

bir yeri olmalı insanın
kendisini taşıyabileceği
limanlarında demirli ve güvende kalabileceği
tazeleneceği
bir ağaç gibi, yaprak gibi, dal gibi...
uzanabileceği
uzatabileceği
bir yeri olmalı
her durumda güvenli...
tıpkı kendi gibi.....

29 Temmuz 2012 Pazar

Nehri akışında geçmek....

Su yolunu bulur...

Tersine ittir istersen... bir yere kadar... suyu tırmandırmak zordur... hem de çok zordur...

Su akışına kolaydır... rahatlar... akar sere serpe... güle oynaya bulur yolunu...

Bazen çok zorlarsın hayatı... giderek daha da zorlaşır herşey... hep engebe... hep terslikler...

Bazen yorulursun, tükenirsin... limitlerdedir ya herşey... işte orada bir durmak lazım...

Su yolu doğru mu acaba?... bir bakmak lazım... su tersine mi ittirilmektedir diye... zorlaştığında hayat.... birşeyler yanlış olabilir mi diye....

Hayat gitmez ya bir türlü... sızar etrafa... akar gider avuçlarınızdan.. yetemez olursunuz ya... hah işte tam da o anda... durup düşünmek lazım... "yol doğru mu" diye...

Bir nehirde akmak lazım bazen... tersine ittirmek yerine...

İlla akışın tersine yüzme çabaları da.... illa girdiğin noktanın tam karşısına çıkma çabaları da... ne çok yıpratır insanı.... kimbilir belki de boşuna onca çaba...

Oysa... bakmak lazım... nehir nereye akıyor... nereden geçiyor... neden akıyor... hatta niye akıyor diye...

Sonra da düşünmek lazım "neden nehirdeyim" diye.... benimle beraber akan damlalar kimler diye... zaman nehrin neresinde diye....

En sonunda da akmak gerek... keyfinden ala ala... nehirle birlikte....

Tersine yüzenlere inat.... çırpınıp su yutanlara inat... hatta nehire parmak ucunu sokmaktan korkanlara inat.... yüzmek lazım akışına, kolayına...

Etrafa baka baka.... kıyıdakilere selam dura dura.... uygun mola yerlerinde nefes alıp ruhunu dinlendirip... manzaranın tadını çıkarıp... çağlayanlarda birlikte akan dallara tutunup... sazlıklarda eğlenip.... yaşamak lazım akışına....

Suyun yol bilirliğine güvenip... denizlere, okyanuslara kavuşunca sevinip... su gibi akmak lazım.... kolayına....

Neden illa zor olmalı ki... gitmek varken keyif keyif akışına....

Kolaylıklara..... :)))

24 Temmuz 2012 Salı

Bir "hadi artık" gerekli...


İçimden gelmiyor öyle hoş bir yazı yazmak... şöyle sıkıntılı bişilerden bile bahsedesim yok... sıcaklardan belkide... rengim gri gibi biraz... umudu üzmemek adına.... susmak lazım belki de... ama işte bu da ben hallerinden biri....

Bazen nedensiz grinin en sıkıcı tonunda dolanmakta yaşamaya dair... aynen de öyle.... konuşasım yok... bişiler yapasım da... öylee otur gelmiş, dur gelmiş hatta....

Suskun durmak demişken...

Neden susar insan bazen... söyleyeceği bişi yoktur.... yaralarını yalamaktadır köşesinde... söyleyeceklerini kendinin bile dinlemeye tahammülü yoktur... yada söyleyeceklerinin şiddetinden korkmaktadır....

Ben neden böyleyim... bilmem... öyle taşım taşım bir öfkem de yok aslında... nasıl ki sevinçleri taşıramıyorsam... sıkıcıyım kısaca... kendime bile...

Ne gereksiz bir yazı oldu bu da .... ama yaşamda bu haller de var dimi... kendinden sıkılmak gibi... ya da kendine katlanmak gibi... bu da yaşamaya dair... kaçmadan yüzleşmek gerek... zaten yeterince sıkılınca insan kendinden... bir " hadi artık" durumu yakalar yine... işte beklediğim bu benim de...

Sevgiyle...

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Ruhumu Beklerken :)

Unutmuştum, ruh bekleme durumlarını...
Ruhum, yüreğim, beynim...
Ellele verip hatırlattılar bana...
Ben de tamam dedim...tamam... haklısınız..
Hadi bekleyelim hep beraber...

Son yıllarda
İçten didikleme,
Dıştan diyetleme,
Derinlerden yüzeyime,
Yenidenlerle cesurca,
Koşarken kendime kendimce,

Evet dimi, hakikaten....
Biraz soluklanmak iyi gelebilir aslında...

Ruhumu beklerken bir iç ödevi bile yapabilirim...
Ezberlerimi sorgulamak gibi...
Daha küçücükten beri öğretilenlerden,
Üzerinde belki de  hiç düşünmediklerimizden,
Hayata dair,
İlişkilere dair,
Olanla olması gerekenlere dair,
Yakalananlarla atlananlara dair,
Doğru bildiğimiz yanlışlara...
Yanlış olabilen doğrulara dair..
Hep doğru, hep haklı olmalara dair,
Farklı lezzetlerin farklı tatlarına dair,
Hayattan beklenenler, beklenmeden gelenlere dair,
Aslında herşeyin ne kadar basit olduğuna dair,
vs vs vs vs ........

Bunları düşünürken ben...
Ruhum da yetişir umarım zamanında.....
Belki de en doğru cevaplarla...
Ezberimi bozdum çoktan aslında...
Bence olandan yanayım artık...
Kendimi yargılamadan sevmeyi de,
İstedim, yaptım demeyi de,
Nedenlerle sonuçları bağımsız düşünebilmeyi de
Bünyeme uyanlarla doku reddi olanları da,
Gri regin tonlarını da,
Gökkuşağının renklerini de,
Siyah-beyaz yanlışlığını da,
Çoğunu becersem de zamanla,
Yine de....
Yerlerini aldılar yeni ödevler arasında....

Ruhum huzur içinde gelebilir yanıma...
Tamam önde koştum, biliyorum...
Ama onun memnun olacağı yollarda dolaştım çoğunlukla....
Ben demeden, anlam aramadan, kocaman laflarla kabuklanmadan...
Ruhumu bekliyorum ben de huzurla....

Öğrenmenin yaşı yokmuş, anladım...
Klişe denilen sadece gereksiz şablonlarmış, anladım...
Neye hazırsam ve neyi nasıl istersem, sadece o olurmuş, anladım...
En güzel olan, basit ve samimi olanmış, anladım...
Aynaya baktığında, gözlerinin içine bakabilmekmiş doğru olmak
Kendi iç sesinle sohbet edebilmekmiş samimi olmak
İnsan kabuksuz da hayatta kalabilirmiş, anladım....

Bekliyorum sevgili ruhum,
Sanırım sonunda huzur buldum...
Tüm karmaşanın orta yerinde dinginim işte
Bekliyorum seni... kendim ve ben olarak hem de :)))))



Bazen sadece bir "PEKİ" dersin....
















Bazen sadece bir "peki" dersin...
İnandığın şeylerden bir dönüş gibi...
Yorulduğun içindir işte bu "peki"...
Beklenmedik bir anda, susup söylersin...

Karşındaki yüzüne bakar ya hani...
Şaşırarak bakar hatta sürekli.....
Anlamaya çalışır ya olan biteni...
Bu "peki" ne demek, sor da demezsin...

Yorulmuştur yüreğin onca uğraşta...
Faydasızdır üstelemek, tartışmak hatta...
Beynin uyuşuk bir teslimiyetin rahatlığında...
Öncesini bitirip bir "peki" dersin...

Vazgeçtiğin her ne ise bu defa...
Kendiliğinden gelip yerleşir, nokta...
Vedalaşmışsındır çoktan aslında...
Farkedilmeden, sessizce çekip gidersin...

İşte bu "peki"dir, başlatır gidişi....
Ardından yansımaktadır duyulan sesi...
Sadece geride bırakarak yalın bir "peki"...
Yorgun kendini peşine takıp gidersin..

Çoktan uzaklaşır da dinlermiş gibi...
Kendi sesini zar zor duyarmış gibi..
Öncesinde ne varsa bırakmış gibi...
Şanslıysan... kendini alır gidersin...

                                              semaca 

5 Temmuz 2012 Perşembe

Işığı gördüm, ayrılmak gelmiyor içimden :))

Çok sıcak...
Resmen ısırıyor güneş...
Buna rağmen kaçasım gelmiyor.. hep karşısına oturasım var...

Işığı gördüm ve ayrılmak gelmiyor içimden.......

Çok mu özlemişim tüm kış... bu nasıl bir açlık güneşe ışığa... doymuyorum...doyamıyorum... nedeni... ben de bilemedim :))

İnsan bazen kendini izliyor.... sadece... akıl erdirmek, akıllı olmak ya da akil beklentiler mi... çok saçma... hele bırakınca akışına... izlemek daha bir eğlenceli, heyecanlı oluyor... şaşırarak, aaa yok artık diyerek, hadi canımlarla, bazen gururlu, bazen utangaç, bazen en kızgın eleştirisel tarzda... izleyip duruyorsun kendini...

Ancak, alışkanlık da yapıyor bu çok müdahil olmama, olamama durumu... sadece performans sonrası yazan sahne eleştirmenleri gibi.... izleyip izleyip ardından yorum yapıyorsun yaşananların... ama itinayla sadece ardından... yaşarken ise her şey akışına....

Çok sıcakmış, acıyormuş, can yakıyormuş, ısırıyormuş ya da bağımlılık yapıyormuş bakmadan... sadece "öyle hissettim, öyle istedim ve öyle yaptım" diyerek.... kendini ardından takip ederek.... bodoslama gidiyorsun güneşin, ışığın üstüne üstüne...

Gözün kamaşabilir... net göremeyebilirsin... rüzgar vardır yandığını hissetmeyebilirsin... uyuyup kalıp kavrulduktan sonra fark edebilirsin....

Ilık bahar güneşi ile temmuz güneşi bir mi.... asla değil... ama işte güneş ya.... kaçmayacaksın ya... artık sonrası sonraya diye diye... yanadabilirsin...

Sendeki sen veya senler koro halinde şikayet etse de...gün doğumundan gün batımına... gidersin ışığın üstüne üstüne... "gölgeyi hiç sevmedin ki sen zaten"... diye diye kendi kendine...

Akışına... içinden geldiği gibi... spontane.... ışık hüzmesiyle dans ederek sürekli... acısa da hissetmezsin ki zaten... acı da, keyif de, seçim de senin... kime ne...

Hadi bakalım, yine ışık yine ışık.... birlikte rüzgar da olsun....iyi seyirler olsun :))
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...